Goethe ne güzel demiş; “Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa, orada yaşayın. Çünkü komşularınız güzel insanlardır.”
Son yıllarda her ne kadar yapısı ve insan profilleri değişiyor olsa da bu konuda şanslı olduğumu söyleyebilirim. Semtimde birçok yerde kedi – köpek mamalarına, su kaplarına rastlamak mümkün. Özellikle esnaf bu konuda çok duyarlı. Kışın kediler soğuktan donmasın diye dükkânını kapatırken onları içeri alıp, sabah dışarı çıkartan birçok esnaf bulunuyor oturduğum mahallede. Soğuk kış sabahlarında henüz açılmayan dükkânların camekânlarından sizleri izleyen küçük gözlerle karşılaşmak, akşamları ise kepenkleri kapatacak hayvan dostu esnafların sokakta kedi arayışlarına denk gelmek ise ayrı bir güzellik.
İki üç sene önceydi. O dönemde esnafın kedileri soğuktan korumak için dükkânlarına aldığını henüz bilmiyordum. Etrafında olan bitenleri fark etmeden, kaldırım taşlarını sayarak alelacele yürüdüğüm günlerden biriydi. Kar yağıyordu hafiften. Soğuk iliklerime işlemişti. Bir an önce sıcak evime girip, ayaklarımı uzatıp kitaplarıma dalmak istiyordum.
“Pisi pisss pis, Çılgın neredesin oğlum?”
Montumun içine gömdüğüm kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne bakmıştım. Bir adam elinde bir parça sosisle araç altlarına, kapı girişlerine bakıp kedi arıyordu.
“Kediniz mi kayboldu abi?” diye sormuştum. “Kaybolmadı, kaybolmadı da, bu havada sokakta kalırsa kesin kaybolur.” “Anlamadım abi” demiştim safça. “kedi kayıp mı, değil mi?” O arada bir kamyonun altına eğilmiş olan adam, kediyi arama eylemini kesmeden, “Çılgın benim değil sokağın kedisi, kışın geceleri dükkâna alıyorum onu ve bulabildiğim diğerlerini. Dışarda kalsalar soğuktan donacak gariplerim.” dedikten sonra, beni oyalama dercesine bakıp, “pisi, pis, pis” sesleriyle yoluna devam etmişti. Yağan karın altında durup, soğuğu umursamadan adamın kediyi arayışını izlemiştim bir süre. Çılgın’ı bulup muradına eren adam, azarlaya azarlaya dükkâna sokmuştu yağıştan dolayı sırılsıklam olan kediyi.
Ertesi sabah daha soğuk bir İstanbul bekliyordu beni. Hiç sevmediğim kar yağışı hızını arttırmış, yollar gecenin ayazında buzlanmış, yürümek eziyet halini almıştı. Buza basacağım, kayıp düşeceğim korkusuyla kafamı daha da çok eğip ayaklarımı bastığım her alanı kontrol ediyordum. Bir önceki akşam karşılaştığım esnafın dükkânının önünden geçerken gözlerimi karla kaplanmış asfalttan kaldırdığımda, altı çift gözle buluşmuştu bakışlarım. Boy boy kedicikler camekânın kenarında biblo gibi duruyor, yoldan gelen geçenleri seyrediyorlardı. O an sıcacık olmuştu içim...
Şimdi yine o dükkânın önünden geçiyorum, ılık bir bahar havası sarmalamış günü. Kediler kış günlerinin tersine, kepenklerin dış tarafında heyecanlı hareketlerle dolanıyorlar. Kendilerine yemek verecek, karınlarını doyuracak dükkân sahibini bekliyorlar sabırsız hareketlerle. Biliyorum ki, birazdan açılacak o dükkân ve ekmek parasının derdiyle kepenkleri açacak olan esnaf, tüm sıkıntılarını bir yana bırakıp tatlı bir tebessümle kedileri selamlayacak, ardından karınlarını doyuracak her birinin. Çekincesizce ve hiçbir karşılık beklemeden kapısını açacak küçük misafirlerine, malzemelerinin arasına yatmalarına, kışın soğuktan, yazın sıcaktan kaçıp ona sığınmalarına izin verecek. Kokuyorlarmış, tüy döküyorlarmış diye düşünmeyecek. Çünkü tüm bu şikâyetlerin çözümü var. Çözümü olmayan tek şey ölüm. O birçoğunun aksine öldürmek için değil yaşatmak için verecek tüm uğraşlarını.
Bunları düşünürken dizlerimin üzerine çöküp, etrafıma doluşan kedileri sevdim. Parıldayan gözlerine bakıp; “Yaşama saygı duyan, hayatı güzelleştirmek için çaba sarf eden insanlar oldukça, umut da var olmaya devam edecek.” dedim. “Hem sizin, hem de bizim için.”
İçime yayılan sıcaklık ve yüzüme yerleşen tebessümle devam ettim yoluma.
Buket Özsanat