
Başkalarının acılarına katlanmak, kendi acılarına katlanmaktan daha kolay geliyordu ona
Kim olursa olsun, herkes kendi ölümünün sahibidir; o an gelip çattığında yapabileceÄŸimiz tek ÅŸey, insanların korkusuz ve acısız ölmelerini saÄŸlamaktır.
EvliliÄŸin büyük felaketlerinden kaçınmanın, günlük küçük mutsuzlukları gidermekten daha kolay olduÄŸunu bilselerdi, yaÅŸam ikisi için de çok daha baÅŸka olurdu. Ama birlikte öÄŸrendikleri bir ÅŸey varsa, o da, bilgeliÄŸin bize artık hiçbir ÅŸeye yaramadığı bir zamanda geldiÄŸiydi.
İnsanın sevdikleri tüm eÅŸyalarıyla birlikte ölmeli.
"SavaÅŸ daÄŸlarda," dedi. "Kendimi bildim bileli kentlerde insanlar kurÅŸunla deÄŸil, kararnamelerle öldürülüyorlar."
Yılmıyordu; çünkü dünyayı yerinden oynatabilecek bir ferahlık soluÄŸuyla esinlenmiÅŸ gibi duyumsuyordu kendini.
"Ne soylu kentmiÅŸ ki," diyordu "dört yüz yıldır yok etmeye çalıştığımız halde, baÅŸaramıyoruz."
insanların her zaman annelerinin onları dünyaya getirdiÄŸi zaman doÄŸmadıkları, yaÅŸamın onları bir kez daha, hem de sık sık kendi kendilerinden doÄŸmaya zorladığı düÅŸüncesine kaptırdı kendini.
"Zengin değilim," diyordu, "parası olan bir yoksulum ben; bunlar başka başka şeyler."
Beni en çok üzen ölüm deÄŸil, aÅŸk yüzünden ölmemek,
"EvliliÄŸin sorunu ÅŸu," diyordu, "her gece seviÅŸtikten sonra sona erer, her sabah kahvaltıdan önce yeniden kurulması gerekir."
Toplumsal yaÅŸamın sorunu, korkuyu yenmek, evlilik yaÅŸamının sorunu ise can sıkıntısını yenmeyi öÄŸrenmektir.
Kocasına sıkı sıkı tutundu. Tam da onun kendisine en çok gereksinim duyduÄŸu anda; çünkü yaÅŸlılığın sisleri arasında, üstelik erkek olmanın, daha güçsüz olmanın dokuncalarıyla, ondan on yıl önde, bir başına sendeleyerek yürüyordu. Birbirlerini öyle iyi tanır olmuÅŸlardı ki, evliliklerinin otuz yılı dolmadan, ikiye bölünmüÅŸ tek bir varlık gibiydiler; sık sık, istemeden birbirlerinin düÅŸüncelerini kestirmekten ya da baÅŸkalarının yanında, birinin söyleyeceÄŸini öteki ondan önce davranıp söylediÄŸinde düÅŸtükleri gülünç durumdan ötürü tedirginlik duyuyorlardı. Günlük anlaÅŸmazlıklardan, ansızın ortaya çıkan nefretlerden, karşılıklı küçüklüklerden, evliliÄŸin karmaşıklığının masalsı mutluluk patlamalarından birlikte baÅŸarıyla geçmiÅŸlerdi. Öyle bir dönem geldi ki, birbirlerini daha iyi, acelesiz, aşırılıklara kaçmadan sevdiler; ikisi de aksiliklere karşı inanılmaz zaferlerinin daha bilincine vardılar, bundan daha çok mutluluk duydular. KuÅŸkusuz yaÅŸam baÅŸka ölümcül sınavlar çıkaracaktı karşılarına, ama önemi yoktu artık; öte yakaya geçmiÅŸlerdi.
Yeniden kendisi olmak, kuÅŸkusuz onu mutlu eden, ama kocası ölünce onda kimliÄŸinin en küçük izlerini bile bırakmayan yarım yüzyıllık bir kölelik boyunca vazgeçmek zorunda kaldığı ne varsa hepsini yeniden ele geçirmek istiyordu. Bir günden bir güne içinde sürüklenircesine dolaÅŸtığı kocaman, bomboÅŸ kalan yabancı bir evde bir hortlak gibiydi; kimin daha ölü olduÄŸunu soruyordu kendi kendine üzüntüyle: ölenin mi, yoksa geride kalanın mı.
"Hiçbir iÅŸe yaramayan, ama insanın atmaya da kıyamadığı ÅŸeyler için bir çare bulunmalı," diyordu Fermina Daza. DoÄŸruydu: Nesnelerin yaÅŸanabilir alanlara, insanları yerlerinden edip onları köÅŸelere sıkıştırarak yayılmaktaki açgözlülükleri ürkütüyordu onu
Yüz yıl önce, ikimiz de çok genç olduÄŸumuz için, ÅŸu zavallı adamla bana yaÅŸamı haram ettiler; ÅŸimdi de çok yaÅŸlı olduÄŸumuz için aynı ÅŸeyi yapmak istiyorlar.
İnsanın, onca yıl, onca hırgür, onca sıkıntı arasında nasıl böylesine mutlu olabildiÄŸi inanılmaz bir ÅŸey, Allah kahretsin, bütün bunların aÅŸk olup olmadığını bile bilmeden.
Florentino Ariza elini sıktı, ona doÄŸru eÄŸildi, yanağından öpmeye davrandı. Ama o, kısık, yumuÅŸak sesiyle, kaçındı bundan.
"Artık olmaz," dedi, "yaşlı bir kadın gibi kokuyorum."
Evliler gibi duyumsamıyorlardı kendilerini; geç kalmış sevgililer gibi de duyumsamıyorlardı. Evlilik yaÅŸamının o çetin azabının üstünden aşıp doÄŸruca aÅŸkın özüne varmış gibiydiler. YaÅŸamın yıprattığı iki yaÅŸlı evli insan gibi, tutkunun tuzaklarının ötesinde, umudun acımasız alaylarının, hayal bozumlarının yanılsamalarının ötesinde, sessizlik içinde yaşıyorlardı: aÅŸkın ötesinde. Çünkü ne zaman, nerede olursa olsun, ama en çok da ölüme yaklaşıldıkça aÅŸkın aÅŸk olduÄŸunun bilincine varmaya yetecek kadar yaÅŸamışlardı birlikte.