Kolera Günlerinde Aşk, Gabriel Garcia Marquez kitap alıntıları

Kitap Alıntıları
Kolera Günlerinde Aşk, Gabriel Garcia Marquez kitap alıntıları

Başkalarının acılarına katlanmak, kendi acılarına katlanmaktan daha kolay geliyordu ona


Kim olursa olsun, herkes kendi ölümünün sahibidir; o an gelip çattığında yapabileceğimiz tek şey, insanların korkusuz ve acısız ölmelerini sağlamaktır.


Evliliğin büyük felaketlerinden kaçınmanın, günlük küçük mutsuzlukları gidermekten daha kolay olduğunu bilselerdi, yaşam ikisi için de çok daha başka olurdu. Ama birlikte öğrendikleri bir şey varsa, o da, bilgeliğin bize artık hiçbir şeye yaramadığı bir zamanda geldiğiydi.


İnsanın sevdikleri tüm eşyalarıyla birlikte ölmeli. 


"Savaş dağlarda," dedi. "Kendimi bildim bileli kentlerde insanlar kurşunla değil, kararnamelerle öldürülüyorlar." 


Yılmıyordu; çünkü dünyayı yerinden oynatabilecek bir ferahlık soluğuyla esinlenmiş gibi duyumsuyordu kendini.


"Ne soylu kentmiş ki," diyordu "dört yüz yıldır yok etmeye çalıştığımız halde, başaramıyoruz."


insanların her zaman annelerinin onları dünyaya getirdiği zaman doğmadıkları, yaşamın onları bir kez daha, hem de sık sık kendi kendilerinden doğmaya zorladığı düşüncesine kaptırdı kendini. 


"Zengin değilim," diyordu, "parası olan bir yoksulum ben; bunlar başka başka şeyler."


Beni en çok üzen ölüm değil, aşk yüzünden ölmemek, 


"Evliliğin sorunu şu," diyordu, "her gece seviştikten sonra sona erer, her sabah kahvaltıdan önce yeniden kurulması gerekir." 


Toplumsal yaşamın sorunu, korkuyu yenmek, evlilik yaşamının sorunu ise can sıkıntısını yenmeyi öğrenmektir.


Kocasına sıkı sıkı tutundu. Tam da onun kendisine en çok gereksinim duyduğu anda; çünkü yaşlılığın sisleri arasında, üstelik erkek olmanın, daha güçsüz olmanın dokuncalarıyla, ondan on yıl önde, bir başına sendeleyerek yürüyordu. Birbirlerini öyle iyi tanır olmuşlardı ki, evliliklerinin otuz yılı dolmadan, ikiye bölünmüş tek bir varlık gibiydiler; sık sık, istemeden birbirlerinin düşüncelerini kestirmekten ya da başkalarının yanında, birinin söyleyeceğini öteki ondan önce davranıp söylediğinde düştükleri gülünç durumdan ötürü tedirginlik duyuyorlardı. Günlük anlaşmazlıklardan, ansızın ortaya çıkan nefretlerden, karşılıklı küçüklüklerden, evliliğin karmaşıklığının masalsı mutluluk patlamalarından birlikte başarıyla geçmişlerdi. Öyle bir dönem geldi ki, birbirlerini daha iyi, acelesiz, aşırılıklara kaçmadan sevdiler; ikisi de aksiliklere karşı inanılmaz zaferlerinin daha bilincine vardılar, bundan daha çok mutluluk duydular. Kuşkusuz yaşam başka ölümcül sınavlar çıkaracaktı karşılarına, ama önemi yoktu artık; öte yakaya geçmişlerdi. 


Yeniden kendisi olmak, kuşkusuz onu mutlu eden, ama kocası ölünce onda kimliğinin en küçük izlerini bile bırakmayan yarım yüzyıllık bir kölelik boyunca vazgeçmek zorunda kaldığı ne varsa hepsini yeniden ele geçirmek istiyordu. Bir günden bir güne içinde sürüklenircesine dolaştığı kocaman, bomboş kalan yabancı bir evde bir hortlak gibiydi; kimin daha ölü olduğunu soruyordu kendi kendine üzüntüyle: ölenin mi, yoksa geride kalanın mı. 


"Hiçbir işe yaramayan, ama insanın atmaya da kıyamadığı şeyler için bir çare bulunmalı," diyordu Fermina Daza. Doğruydu: Nesnelerin yaşanabilir alanlara, insanları yerlerinden edip onları köşelere sıkıştırarak yayılmaktaki açgözlülükleri ürkütüyordu onu


Yüz yıl önce, ikimiz de çok genç olduğumuz için, şu zavallı adamla bana yaşamı haram ettiler; şimdi de çok yaşlı olduğumuz için aynı şeyi yapmak istiyorlar. 


İnsanın, onca yıl, onca hırgür, onca sıkıntı arasında nasıl böylesine mutlu olabildiği inanılmaz bir şey, Allah kahretsin, bütün bunların aşk olup olmadığını bile bilmeden.


Florentino Ariza elini sıktı, ona doğru eğildi, yanağından öpmeye davrandı. Ama o, kısık, yumuşak sesiyle, kaçındı bundan.

"Artık olmaz," dedi, "yaşlı bir kadın gibi kokuyorum."


Evliler gibi duyumsamıyorlardı kendilerini; geç kalmış sevgililer gibi de duyumsamıyorlardı. Evlilik yaşamının o çetin azabının üstünden aşıp doğruca aşkın özüne varmış gibiydiler. Yaşamın yıprattığı iki yaşlı evli insan gibi, tutkunun tuzaklarının ötesinde, umudun acımasız alaylarının, hayal bozumlarının yanılsamalarının ötesinde, sessizlik içinde yaşıyorlardı: aşkın ötesinde. Çünkü ne zaman, nerede olursa olsun, ama en çok da ölüme yaklaşıldıkça aşkın aşk olduğunun bilincine varmaya yetecek kadar yaşamışlardı birlikte. 

 

19 Şubat 2017 Pazar
3071 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?