
Görkemsiz caddeye baktı. Åžu anda ona öyle geliyordu ki, bunun gibi bir kentte, bunun gibi bir caddede, yaÅŸanan her hayat anlamsız ve dayanılmaz olsa gerektir. Günümüzde çok yaygın olan parçalanmış duygusu, kokuÅŸma duygusu, iliklerine iÅŸlemiÅŸti. S:27
Eskiden Tanrı neyse, ÅŸimdi para oydu. İyi yada kötü artık anlam taşımıyordu, yalnızca baÅŸarı ve baÅŸarısızlık sözkonusuydu. S:59
Aspidistra, ingiltere’nin simgesi olan çiçek! S:59
AÅŸağı sınıfların yaptığı gibi para olsun olmasın, ÅŸöyle dışarı fırlayıp sadece yaÅŸamak duygusu hiç yeÅŸermemiÅŸti yüreklerinde. AÅŸağı sınıflar ne kadar haklıydı! Üç kuruÅŸluk ücretle ev bark sahibi olan iÅŸçiye ÅŸapka çıkarmak gerekirdi. Hiç deÄŸilse damarlarında para deÄŸil kan akıyordu. S:60
Ne olursa olsun, iÅŸ hayatına atılmayacaktı, para-dünyasına girmeyecekti. Bir iÅŸ bulacaktı tamam, ama bu “iyi” bir iÅŸ olmayacaktı. S:62
Belki bir gün,her türden “yazıyla” hayatını kazanabilecekti; insan yazar olunca da pis para kokusundan kurtulmuÅŸ hissederdi kendini, öyle deÄŸil mi? S:64
Para-dünyasından kurtulmak –iÅŸte bunu istiyordu. Bir çeÅŸit parasız, inziva hayatı düÅŸlüyordu. İçinden bir ses ona, parayı gerçekten içtenlikle hor görürse, havadaki kuÅŸlar gibi, bir ÅŸekilde yaÅŸamını sürdürebileceÄŸini söylüyordu. Havadaki kuÅŸların oda kirası ödemediÄŸini unutmuÅŸtu. S:65
Haftalarca yaÄŸ sürülmüÅŸ ekmek yemenin, yarı aç “yazmanın”, gisilerini rehin vermenin, üç haftalık kira borcu olduÄŸundan peÅŸinden düÅŸmeyen ev sahibinden sıyrılmak için sessizce ve titreyerek merdiven çıkmanın ne demek olduÄŸunu öÄŸrendi. S:66
YoksulluÄŸun ilk etkisi, düÅŸünceyi öldürmesidir. S:66
Aylarca aileden para dilenerek yaÅŸamını sürdürdü. S:66
Hırs denilen ÅŸeyi elinin tersiyle itmiÅŸti, paraya savaÅŸ açmıştı ve bütün bunlar ablasından dilenmesine yol açmaktan baÅŸka iÅŸe yaramamıştı! S:66
Demek Gordon’un geleceÄŸi buydu! Aptalların ceplerindeki parayı çekmek için yalanlar yazmak. S:71
Ravelston’un büyük yanı buydu iÅŸte. Bir baÅŸkasının görüÅŸünü her zaman anlayabilirdi. Bunu parası olduÄŸu için baÅŸarıyordu kuÅŸkusuz; çünkü zenginler, akıllı ve anlayışlı olmanın bedelini ödeyebilirdi. S:71
Garipti. İngiltere’nin dört bir yanında insanlar iÅŸsizlikten kıvranıyordu, “iÅŸ” sözcüÄŸünden midesi bulanan Gordon ise bırakması istenmeyen iÅŸlerden çıkıyordu. S:73
Åžimdi, haftada iki sterline indiÄŸinde ve daha fazla para kazanmaya kendi elleriyle engel olduÄŸunda yürütmekte olduÄŸu savaşın ne tür bir savaÅŸ olduÄŸunu kavrıyordu. İşin kötü yanı, vazgeçmenin feragat etmenin pırıltısı, çabuk sönüyordu. Haftada iki sterline yaÅŸamak, kahramanlık olmaktan çıkıyor pis bir alışkanlığa dönüyordu. S:74
Parasızlık insanın beynine ve ruhuna zarar veriyordu. S:74
Her seferinde hayal kırıklığı yaÅŸamasına karşın, bu edebiyat çaylarını nasıl dört gözle beklerdi! Yalnızlığında bir avuntu oluyordu en azından. YoksulluÄŸun kötü yanı buydu iÅŸte –o hiç bitmeyen ÅŸey- yalnızlık. Günler geçer, aklı başında biriyle konuÅŸamzsın; geceler geçer, o tanrısız evine dönersin, hep yalnız, hep yalnız. S:82
Zincirli köpek olmaktansa, yalnız kurt olmak yeÄŸdir. S:83
GöÄŸsünde müthiÅŸ bir aÄŸrı vardı. İnsan teması, insan sesi. Ama arzulamanın ne yararı vardı ki? AkÅŸamı her zaman olduÄŸu gibi yalnız geçirecekti. S:88
KonuÅŸmak için bile para gerekliydi. S:92
İki yıldır bu sefil odada yaşıyordu; hiçbir ÅŸeyin baÅŸarılmadığı iki fani yıl. Hepsi de yalnız yatakta son bulan yedi yüz adet boÅŸa harcanmış gün. AÅŸağılanmalar, baÅŸarısızlıklar, hakaretler… Hiçbirinin de öcü alınmamış, karşılığı verilmemiÅŸ. Para, para, her ÅŸey para! Parası olmadığı için Doringler onu aÅŸağılamıştı, parası olmadığı için Primrose ÅŸiirini geri çevirmiÅŸti, parası olmadığı için Rosemary onunla yatmıyordu. Sosyal baÅŸarısızlık, sanatsal baÅŸarısızlık, cinsel baÅŸarısızlık – hepsi aynı kapıya çıkar. Hepsinin altında yatan, parasızlık. S:98
Hayatının her anında, gelirinin fazla olması nedeniyle sessizce özür dilemekteydi. S:102
Para bütün erdemleri satın alır. Para bütün kötülüklere karşı hoÅŸgörülüdür, naziktir, böbürlenmez, uygunsuz davranmaz, bencillik etmez. Ama bazı bakımlardan Ravelston paralı birine bile benzemiyordu. Servetin getirdiÄŸi büyük ruh yozlaÅŸması, ona dokunmamıştı ya da bilinçli bir çabayla uzaklaÅŸtırılmıştı. Hatta, bütün yaÅŸamı ondan kaçma mücadelesinden ibaretti. Bu nedenle vaktini ve gelirinin büyük bölümünü, hiç de popüler olmayan bir sosyalist dergiye harcıyordu. S:103
Åžiirlerim ölü, çünkü ben ölüyüm. Sen ölüsün. Hepimiz ölüyüz. Ölü bir dünyada ölü insanlar… S.105
Gordon söyleme söylene yürüyordu. “Bugün yaÅŸadığımız hayat! Hayat deÄŸil bu, kokuÅŸmuÅŸluk, hayat içinde ölüm. Åžu uÄŸursuz evlere bak ve içinde yaÅŸayan anlamsız insanlara bak! Bazen hepimizin birer ceset olduÄŸunu düÅŸünüyorum. KokuÅŸmakta olan cesetler.”
“Senin yanlışın ne biliyor musun, bütün bunları iyileÅŸtirilemez, deÄŸiÅŸtirilemez olarak görüyorsun. Proletaryanın yönetimi devralmasından önce bütün bunların olması kaçınılmaz.”
(..)
“Åžu anda kötü bir anı yaşıyoruz. Yeniden doÄŸabilmek için ölmemiz gerek.” (Ravelston - Gordon) S:107
Haftada iki papel gelirle sürünmenin ne anlama geldiÄŸini bilmiyorsun. Sorun, güçlük sorunu deÄŸil – güçlük kadar basit bir ÅŸey deÄŸil. Mesele durumun sinsi, pis, sefil acımasızlığı. Haftalar boyu yalnız yaşıyorsun, çünkü her seferinde yazamayacak kadar yorgun ve bitkinsin. Berbat, dünya-dışı, dünya-altı bir yerde yaÅŸamak bu bir bakıma. Bir çeÅŸit tinsel lağım. S:114
İnsanın zenginlerle teması, tıpkı yüksek yerlere yapılan ziyaretler gibi daima kısa olmalıydı. S:115
“Chaucher’in Man of Lawe’s Tale’ini okudun mu?”
“Orada yoksulluktan söz eder. YoksulluÄŸun herkese sizin üstünüze basma hakkı verdiÄŸini anlatır! Nasıl herkesin seni ayağının altında ezmeyi istediÄŸini vurgular. Paranın olmadığını bilmek, insanların senden nefret etmesini doÄŸurur. Salt hakaret etme zevkini tatmak için ve de onlara karşı koyamayacağını bildiklerinden hakaret ederler insana.”
Ravelston büsbütün acı çekmeye baÅŸladı. “A, hayır, hiç öyle deÄŸil! İnsanlar o kadar da kötü deÄŸil!”
“Ama sen olanları bilmiyorsun!”
Gordon kendisine “insanların o kadar da kötü olmadığının” söylenmesini istemiyordu. Yoksul olduÄŸundan herkesin ona hakaret etmeyi istediÄŸi, istemek zorunda olduÄŸu fikrinden adeta acılı bir zevk alıyordu ve bu zevke tutunmuÅŸtu. Onun yaÅŸam felsefesine uygundu bu yaklaşım.
S:115
Bir erkeÄŸin bütün kiÅŸiliÄŸi onun gelirine baÄŸlıdır, anlamıyor musun? bir erkeÄŸin kiÅŸiliÄŸi, eÅŸittir onun geliri. Paran yoksa bir kıza nasıl çekici görüneceksin? DoÄŸru dürüst giysilerin yoksa, onu bir yemeÄŸe ya da tiyatroya, ya da diyelim hafta sonları bir yerlere götüremiyorsan, neÅŸeli, ilginç bir havada olmazsın ki. (..)Paran yoksa bir kızla buluÅŸabileceÄŸin bir yer bile yoktur. S:119
Ravelston ve Hermione arasındaki diyalog
“Yoksul olmadığın halde yoksul numarası yapıyorsun ve daimi hizmetçisi olmayan o koÄŸuÅŸta oturuyorsun, üstelik böyle kaba adamlarla dolaşıyorsun.”
“Hangi kaba adamlarla.”
“Åžu senin ozan dostun gibilerle. Dergine yazan bütün o insanlar. Hepsi de senden bir ÅŸeyler koparmak için yazıyorlar. Tamam, sosyalist olduÄŸunu biliyorum. Ben de öyleyim. Yani bugünlerde hepimiz sosyalistiz. Ama bütün paranı saçmanı ve aÅŸağı sınıflarla dostluk kurmanı anlayamıyorum. Hem sosyalist olabilirsin, hem de eÄŸlenebilirsin, bunu demek istiyorum. S:123
İnanma eğilimini kovdu. Doringler ona bilerek hakaret etmişlerdi. Yoksuldu, dolayısıyla hakaret etmişlerdi. Yoksulsan, insanlar sana hakaret eder. Bu onun yasasıydı. Yasayı bozma! S:126
Parasız, kadınlarla iliÅŸkilerinde dürüst olamazsın. Çünkü parasız, istediÄŸini seçemezsin, boyunun yettiÄŸini alırsın; sonra zorunlu olarak ondan kurtulursun. Tüm diÄŸer erdemler gibi sadakat de parayla alınır. Para yasasına isyan ettiÄŸinden, -bir kadının asla anlayamayacağı bir kararlılıkla- “iyi” bir iÅŸ hapishanesine razı olamadığından kadınlarla olan bütün iliÅŸkilerine süreksizlik ve aldatma egemendi. Paradan feragat etmek, kadından da feragat etmeyi getiriyordu. Ya para-tanrısına hizmet et, ya da kadınsız kal – seçenekler bunlardı. İkisi de aynı ölçüde olanaksızdı. S:130
“Kadınlar! Bizim fikirlerimizi ne kadar saçma algılıyorlar! İnsan kadınlardan kurtulamayacağı için, her kadın herkesin aynı bedeli ödemesini saÄŸlıyor. ‘ahlakını sepetle ve para kazan’ –iÅŸte kadınların söylediÄŸi ÅŸey. ‘Terbiyeni takınma, sepetle, patron çizmelerinin siyah boyasını solu ve ban komÅŸu kadınınkinden daha iyi bir kürk manto al.’ Åžu gördüÄŸün erkeklerden her biri, -Putney’de Drage eÅŸyalı, pilli radyolu ve penceresinde aspidistra zambağı saksısı bulunan küçük çirkin bir villaya sürükleyen- bir denizkızı gibi boynuna dolanmış, onu bir aÅŸağı bir yukarı sürükleyen Tanrı belası birer kadınla dolaşıyor.” S:141
“Kadınlarda, paraya karşı mistik bir duygu vardır. Kadının kafasına göre iyi ve kötü, sadece para ve parasızlık demektir.” S:141
“Elbette bütün kadınlar aynı! Bir kadın güvenli bir gelir, iki bebek, Putney’de bir ikiz villayla penceresinde aspidistra saksısından baÅŸka ne ister?” s:142
Anlamıyor musun, insanın cebinde parası yoksa, tam bir insan deÄŸildir –yani kendini insan olarak kabul etmez. S:178
Paran gider, onunla birlikte özgürlüÄŸün de gider. S:182
Metro, yeryüzünün orta yerinden kayıp gidiyordu. İmgeleminde bir Londra vardı, bir Batı dünyası vardı; para tahtının etrafında var gücüyle çalışan, sürünen yüz milyon köle görüyordu. Toprak sürülüyor, gemiler seyrediyor, madenciler yeraltındaki ıslak tünellerde ter döküyor, memurlar patronları ciÄŸerlerini sökmesin diye sekiz on beÅŸ trenine yetiÅŸmek için koÅŸturuyorlardı. Bunlar karılarıyla yataklarında yatarken bile titriyor ve itaat ediyorlardı. Kime itaat? Para papazlığına, dünyanın pembe suratlı efendilerine. Üstteki kabuk tabakasına. Bin altınlık otomobillerde ne yaptıklarını bilmeyen cila parlaklığında genç tavÅŸanlara, adalet mahkemesi avukatları ve çıtkırıldım Nancy erkeklere, bankerlere, gazete üstatlarına, dört cinsten romancılara, Amerikan boksörlerine, bayan pilotlara, film yıldızlarına, piskoposlara, ünlü ozanlara ve Chicago gorillerine. S:183
Pencerenin önünde oturmuÅŸ dışarı bakıyordu. Sokaklar tenhaydı; boz beyaz gökyüzü bir daha asla mavi olmayacakmış gibiydi; çıplak aÄŸaçlar, yavaÅŸ yavaÅŸ aÄŸlıyorlardı. KomÅŸu sokaktan kömürcünün aÄŸlamaklı sesi geliyordu. Noel’e sadece iki hafta vardı. Yılın bu günlerinde iÅŸten atılmak hoÅŸtu doÄŸrusu! Ama bu düÅŸünce onu korkutmaktan çok sıkıyordu. SarhoÅŸluktan sonra hissedilen o garip tembellik, gözlerinin ardındaki ağırlık, hiçbir zaman geçmeyecekmiÅŸ gibi geldi ona. Yeni bir iÅŸ arama düÅŸüncesi, yoksulluk düÅŸüncesinden bile fazla sıkıyordu canını. Ayrıca, zaten bir baÅŸka iÅŸ bulamazdı. Bugünlerde iÅŸ bulmak zordu. AÅŸağılara, aÅŸağılara, iÅŸsizlerin yeraltı dünyasına, aÅŸağı, aÅŸağı, Tanrı bilir hangi pislik, açlık ve boÅŸunalık derinliklerinin dibine iniyordu. En çok da bütün bu süreci mümkün olduÄŸu kadar az olaylı ve az çabalı olarak atlatmayı istiyordu. S:227
“Kendini bırakıyorsun,” dedi Rosemary acı acı. “Bir çaba göstermek istemiyorsun. Batmak istiyorsun – sadece batmak!”
“Bilmem, belki. Yükselmektense batmayı yeÄŸlerim.” S:235
Hiçbir zaman çalışmak istemiyordu artık; istediÄŸi tek ÅŸey batmak, batmak, hiç çaba harcamadan çamurlara gömülmekti. S:239
Ona göre kitap tıpkı kullanılmış pantolon gibi tam anlamıyla bir ticaret nesnesiydi. Kendisi hayatında hiçbir kitap okumamıştı – okumadığı gibi insanın neden böyle bir ÅŸey yapmak isteyebileceÄŸini de havsalası almıyordu. Elindeki antika kitapları adeta burunlarını sayfalara dayayarak sevgiyle okuyan koleksiyonculara karşı, cinsel açıdan soÄŸuk bir fahiÅŸenin müÅŸterisine yaklaşımıyla kıyaslanabilecek bir davranış içindeydi. Bununla birlikte, kitaba ÅŸöyle bir dokunmakla deÄŸerli olup olmadığını anlıyordu. Kafası, müzayede fiyatları ve ilk baskı tarihleri konusunda kusursuz bir cevherdi, ayrıca pazarlıkta üstüne yoktu. (Bay Cheeseman) s:247
Aspidistrayı görünce bir acı duydu Gordon. Burada bile, bu son sığınağında bile! Beni buldun mu, eyy düÅŸmanım? Ancak bu pek canlı bir aspidistra deÄŸildi – hatta görünüÅŸe bakılırsa ölüyordu.
İnsanlar onu rahat bıraksaydı burada mutlu olabilirdi Gordon. İnsanın mutlu olabileceÄŸi – sürtük kadın gibi, diÅŸi köpek gibi mutlu olabileceÄŸi bir yerdi. Bütün gününü anlamsız mekanik iÅŸlerle geçir, bir çeÅŸit yarı-ölü durumda ne yaptığını bilmeden ÅŸapÅŸal ÅŸapÅŸal çalış; sonra eve gel, kömürün varsa (bakkalda altı penilik torbalar halinde satılıyordu) ÅŸömine yak, basık küçük tavan arasını ısıt; yaÄŸ-ekmek-pastırmadan oluÅŸan sefil bir akÅŸam yemeÄŸi tıkın, çay iç, kafesin ardındaki gaz alevinde piÅŸirdiÄŸin çayı iç; dağınık yatağına uzan, bir polisiye oku, ya da gece yarılarına dek Tit Bits’teki bulmacaları çöz; iÅŸte böyle bir yaÅŸantı istiyordu. Bütün alışkanlıkları hızla yok oluyordu. Bu sıralarda en fazla haftada üç kez tıraÅŸ oluyordu ve bedeninin sadece görünen kısımlarını yıkıyordu. Yakınlarda iyi hamamlar vardı, ama bunlara olsa olsa ayda bir gidiyordu. Yatağını doÄŸru dürüst düzeltmiyordu, sadece çarÅŸafları ters çeviriyordu, kabını kacağını ikiÅŸer kez kullandıktan sonra yıkıyordu. Her ÅŸeyin üzerinde bir toz tabakası vardı. Gaz alevini örten ızgaranın üzerinde her zaman yaÄŸlı bir tava ve yumurta artıklarıyla kaplı bir iki tabak dururdu. Bir gece duvardaki çatlakların birinden böcekler çıkmış, tavandan ikiÅŸer ikiÅŸer yürüyerek ilerlemiÅŸlerdi. Gordon yatağında uzanmış, ellerini başının altına koymuÅŸ, ilgiyle onları izliyordu. Hiç kaygılanmadan, neredeyse bilerek isteyerek kendini mahvediyordu. Bütün bu duyguların altında, bir tembellik, dünyaya karşı bir bananecilik yatıyordu. YaÅŸam onu yenmiÅŸti, yumruÄŸunu indirmiÅŸti; ama sen de başını baÅŸka tarafa çevirerek yaÅŸamı yenebilirdin. Yükselmektense batmak iyidir. AÅŸağı, doÄŸru hayaletler krallığına, utanç, çaba, edep ve nezaketin bulunmadığı gölgeler dünyasına! S:250
Zaman geçtikçe Londra Sefaları’nı bitirme arzusu bile yok oldu. Yine de elyazmasını cebinde taşıyordu; ama bu kendi özel savaşında sadece bir tavır, bir simgeydi. O boÅŸ “yazar” olma düÅŸünü çoktan bitirmiÅŸti. Sonuçta, bu da bir tür ihtiras deÄŸil miydi? Bütün bunlardan uzaklaÅŸmak, bunların altına ulaÅŸmak istiyordu. AÅŸağı, aÅŸağı! Umudun uzanamayacağı, korkunun uzanamayacağı hayaletler krallığına! Yeraltına, yerin altına! İşte orada olmak istiyordu.
Ne var ki, bir bakıma bu hiç kolay deÄŸildi. Bir gece dokuz sıralarında, yırtık pırtık yatak örtüsünü ayaklarına çekmiÅŸ, ellerini ısıtmak için başının altına koymuÅŸ halde yatağında uzanmıştı. Havagazı sönüktü. Her ÅŸeyin üzeri bir parmak tozla kaplıydı. Zambak, bir hafta önce ölmüÅŸtü ve saksısında solup gidiyordu. Örtünün altından ayakkabısız bir ayak çıkardı, kaldırdı, baktı. Çorabı delik deÅŸikti – çoraptan çok delik vardı. Demek Gordon Comstock, bir varoÅŸ tavan arasında, ayağı çorabından fırlamış, dünyada yalnızca dört penisiyle, gerisinde otuz koca yılı bırakmış ve hiçbir ÅŸey, hiçbir ÅŸey baÅŸarmamış olarak partal bir yatakta uzanmış yatıyordu! KuÅŸkusuz, ÅŸimdi artık çok geçti – öyle miydi? KuÅŸkusuz, ne kadar uÄŸraşırlarsa uÄŸraÅŸsınlar, onu böyle bir delikten çıkaramazlardı... Çamura ulaÅŸmak istemiÅŸti – eee, iÅŸte bu çamurun ta kendisiydi, öyle deÄŸil mi?
Bir yandan da bunların doÄŸru olmadığını biliyordu. O öteki dünya, para ve baÅŸarı dünyası, her zaman için garip bir yakınlıktadır. PisliÄŸe ve sefalete sığınarak ondan kaçamazsın. Rosemary Bay Erskine’in teklifinden söz ettiÄŸinde kızdığı kadar korkmuÅŸtu da. Tehlikeyi çok yakınına getirmiÅŸti teklif. Bir mektup, bir telefon ve hoop, bu delikten dosdoÄŸru para-dünyasına – dört sterlin haftalığa, çabaya, uyumlu, edepli ve kölece yaÅŸamaya adım atabilirdi. KötüleÅŸmek, söylendiÄŸi kadar kolay deÄŸildi. Bazen kurtuluÅŸun seni av köpeÄŸi gibi kapar. S:263
Vicisti, O aspidistra! (Sen kazandın, ey aspidistra!)