Bin Dokuz Yüz Seksen Dört Kitap Alıntıları

Kitap Alıntıları
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört Kitap Alıntıları

Çıkardığınız her sesin duyulduÄŸunu, karanlıkta olmadığınız sürece her hareketinizin gözetlendiÄŸini varsayarak yaÅŸamak zorundaydınız; zorunda olmak ne söz, artık içgüdüdüye dönüÅŸmüÅŸ bir alışkanlıkla öyle yaşıyordunuz.


Savaş Barıştır

Özgürlük Köleliktir

Cahillik Güçtür


Günce tutmak yasadışı deÄŸildi (aslında hiçbir ÅŸey yasadışı deÄŸildi, çünkü artık yasa diye bir ÅŸey yoktu)


İki Dakika Nefret’in en korkunç yanı, insanın katılmak zorunda olması deÄŸil, katılmaktan kendini alamamasıydı.


Böyle iÅŸler hep geceleri yapılırdı; tutuklamalar her zaman geceleyin gerçekleÅŸirdi. Ansızın irkilerek uyanmak, hoyrat bir elin omzunuzu sarsması, gözlerinize tutulan ışıklar, yatağı çevreleyen acımasız yüzler. ÇoÄŸu zaman ne yargılama olurdu ne de bir tutuklama raporu tutulurdu. İnsanlar ortadan kayboluverirdi, o kadar ve bu hep geceleri olurdu. Adınız kayıtlardan silinir, yaptığınız her ÅŸeyin kaydı yok edilir, bir zamanlar var olduÄŸunuz bile yadsınır, sonra da tümden unutulurdu. Kökünüz kazınır, külünüz göÄŸe savrulurdu: Alışılmış deyimle, buharlaşırdınız.


Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluÅŸacağız


Büyük Birader'in gözleri paranın üstünden bile sizi izliyordu. Paraların, pulların, kitap kapaklarının, bayrakların, posterlerin, sigara paketlerinin üstünden... her yerden. Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuÅŸatan o ses. Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda, banyoda ya da yatakta... kaçış yoktu. Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir ÅŸey sizin deÄŸildi.


GeleceÄŸe ya da geçmiÅŸe, düÅŸüncenin özgür olduÄŸu, insanların birbirlerinden farklı oldukları ve yapayalnız yaÅŸamadıkları bir zamana; gerçeÄŸin var olduÄŸu ve yapılanın yok edilemeyeceÄŸi bir zamana:

Tekdüzen çağından, yalnızlık çağından, Büyük Birader çağından, çiftdüÅŸün çağından; selamlar!


DüÅŸüncesuçu, ölümü gerektirmez: DüÅŸünce suçunun KENDİSİ ölümdür.


Olup bitenlerle ilgili hiçbir kayıt olmayınca, insanın kendi yaÅŸamının ana çizgileri bile belirsizleÅŸiyordu.


GeçmiÅŸi denetim altında tutan, geleceÄŸi de denetim altında tutar; ÅŸimdiyi denetim altında tutan, geçmiÅŸi de denetim altında tutar.


Hem bilmek hem de bilmemek, bir yandan ustaca uydurulmuÅŸ yalanlar söylerken bir yandan da tüm gerçeÄŸin ayırdında olmak, çeliÅŸtiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak birbirini çürüten iki görüÅŸü aynı anda savunmak; mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlâka sahip çıktığını söylerken ahlâkı yadsımak, hem demokrasinin olanaksızlığına hem de Parti'nin demokrasinin koruyucusu olduÄŸuna inanmak; unutulması gerekeni unutmak, gerekli olur olmaz yeniden anımsamak, sonra birden yeniden unutuvermek: en önemlisi de, aynı iÅŸlemi iÅŸlemin kendisine de uygulamak. İşin asıl inceliÄŸi de buradaydı: bilinçli bir biçimde bilinçsizliÄŸi özendirmek, sonra da, bir kez daha, az önce uygulamış olduÄŸunuz uykuya yatırmanın ayırdında olmamak. "ÇiftdüÅŸün" dünyasını anlayabilmek bile çiftdüÅŸünü kullanmayı gerektiriyordu.


GeçmiÅŸ yalnızca deÄŸiÅŸtirilmekle kalmamış, resmen yok edilmiÅŸ, diye geçirdi aklından. İnsan, kendi belleÄŸi dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin gerçeÄŸi bile nasıl kanıtlayabilirdi ki?


sizler asıl iÅŸimizin yeni sözcükler icat etmek olduÄŸunu sanıyorsunuz. Oysa ilgisi yok! Sözcükleri yok ediyoruz; her gün onlarcasını, yüzlercesini ortadan kaldırıyoruz. Dili en aza indiriyoruz.


Yenisöylem'in tüm amacının, düÅŸüncenin ufkunu daraltmak olduÄŸunu anlamıyor musun? Sonunda düÅŸüncesuçunu tam anlamıyla olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek bir sözcük bile kalmayacak. (..) Sözcükler her yıl biraz daha azalacak, bilinç alanı her yıl biraz daha daralacak.


Özgürlük kavramı ortadan kaldırıldıktan sonra 'özgürlük köleliktir' diye bir slogan kalabilir mi?


BaÄŸlılık, düÅŸünmemek demektir, düÅŸünmeye gerek duymamak demektir. BaÄŸlılık bilinçsizliktir.


FuhuÅŸ, gizlice ve zevk almadan yapıldığı, yalnızca aÅŸağı ve horlanan sınıftan kadınları kapsadığı sürece o kadar önemli deÄŸildi. Asıl bağışlanmaz suç, Parti üyeleri arasındaki rastgele cinsel iliÅŸkiydi.


Parti'nin açıklamadığı gerçek amacı, cinsel iliÅŸkiden zevk almayı tümden yok etmekti.


EvliliÄŸin kabul gören tek bir amacı vardı, o da Parti'ye hizmet edecek çocuklar dünyaya getirmekti. Cinsel iliÅŸkinin, lavman yapmaktan farksız, hiç de iç açıcı olmayan sıradan bir iÅŸlem olarak görülmesi gerekiyordu.


Bir umut varsa, proleterlerde olmalıydı, çünkü Parti'yi yok edecek güç ancak Okyanusya nüfusunun yüzde 85'ini oluÅŸturan bu hor görülmüÅŸ kitlelerde harekete geçirilebilirdi.


Bilinçleninceye kadar asla baÅŸkaldırmayacaklar, ama baÅŸkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.


Parti sloganında dendiÄŸi gibiydi: "Proleterler ve hayvanlar özgürdür."


YaÅŸamın yalnızca tele-ekranlardan yaÄŸdırılan yalanlarla deÄŸil, Parti'nin eriÅŸmeye çalıştığı ülkülerle de hiç benzeÅŸmediÄŸini görmek için çevrenize bir göz atmanız yeterliydi.


Tele-ekranlar sabahtan akÅŸama kadar sayıp döktükleri iç bayıltıcı istatistiklerle, insanların artık daha çok yiyecek, daha çok giysi, daha iyi evler, daha çok eÄŸlence olanağı bulabildiklerini, elli yıl önceye oranla daha uzun yaÅŸayıp daha az çalıştıklarını, daha yapılı, daha saÄŸlıklı, daha güçlü, daha mutlu, daha zeki olduklarını, daha iyi eÄŸitim gördüklerini kanıtlamaya çabalıyordu. İşin ilginci, bu söylenenleri doÄŸrulamanın da, çürütmenin de mümkün olmamasıydı.


Her ÅŸey bir sis bulutu içinde yitip gidiyordu. GeçmiÅŸ silinmekle kalmıyor, silindiÄŸi de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu.


Belki de, deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktı.


O ipnotize eden gözlerle bakıştı. Sanki büyük bir güç üzerinize yükleniyordu; kafatasınızda bir delik açıp beyninizi tepikliyor, yüreÄŸinize korku salarak inançlarınızı koparıp alıyor, handiyse aklınızın tanıklığını yadsımaya razı ediyordu sizi. Sonunda Parti iki kere ikinin beÅŸ ettiÄŸini söyler, siz de buna inanmak zorunda kalırdınız.


Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir.


Böyle bir odada, çaydanlık kaynayadursun, ÅŸöminenin karşısındaki kanepede ayaklarını uzatıp oturmak, hiç de yabancısı olmadığı bir ÅŸey gibi gelmiÅŸti: bir başına, tümüyle güvende, ne bir gözetleyen ne buyurgan bir duyuru, çaydanlığın fokurtusu ve saatin dostça tiktakları dışında ne bir ses ne bir nefes.


Küçük kurallara uyarsan büyük kuralları çiÄŸneyebilirdin.


Hayat, onun gözünde, çok basitti. Sen gününü gün etmek istiyordun; "onlar", yani Parti bunu engellemek istiyordu; sen de bir yolunu bulup kuralları çiÄŸniyordun. Görünen o ki, "onlar"ın seni her türlü zevkten yoksun kılmak istemelerini, senin yakayı ele vermemek istemen kadar doÄŸal buluyordu. Parti den nefret ettiÄŸi gibi, bunu en yakası açılmadık sözlerle dile getiriyor, ama hiçbir zaman Parti'nin genel bir eleÅŸtirisini yapmıyordu. Kendi yaÅŸamına dokunmadıkça, Parti öÄŸretisi onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. (..)Parti'ye karşı her türlü örgütlü baÅŸkaldırının önünde sonunda yenilgiye uÄŸramaya mahkûm olduÄŸunu düÅŸünüyor ve böyle ÅŸeyleri çok aptalca buluyordu. Aklı olan, hem kuralları çiÄŸner hem de hayatta kalırdı. Winston, genç kuÅŸakta onun gibi Devrim dünyasında yetiÅŸmiÅŸ, baÅŸka hiçbir ÅŸey bilmeyen, Partiyi gökyüzü gibi deÄŸiÅŸmez bir ÅŸey olarak kabul eden, Parti'nin egemenliÄŸine baÅŸ kaldırmak yerine, köpeÄŸi atlatıp kaçan tavÅŸan gibi yalnızca paçayı kurtarmaya bakan kaç kiÅŸi vardır acaba, diye geçirdi aklından.


Aile tümden ortadan kaldırılamadığı için, insanlar eskiden olduÄŸu gibi çocuklarını sevmeye özendiriliyordu. Buna karşılık, çocuklar ana babalarına karşı sistemli bir biçimde kışkırtılıyor, onları ispiyonlamaları ve sapmalarını ihbar etmeleri öÄŸretiliyordu. Aile, DüÅŸünce Polisi'nin bir uzantısı olup çıkmıştı. Artık aile herkesin gece gündüz kendisini yakından tanıyan muhbirlerle kuÅŸatılmasını saÄŸlayan bir aygıttı.


"Proleterler insan," dedi sesini yükselterek. "Biz insan deÄŸiliz."


İtiraf etmekten söz etmiyorum. İtiraf, ihanet deÄŸildir. Ne söylediÄŸin ya da ne yaptığın önemli deÄŸil; yalnızca duygulardır önemli olan. Beni seni sevmekten caydırırlarsa, iÅŸte o zaman gerçekten ihanet etmiÅŸ olurum.


İnsanın içine giremezler. Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduÄŸunu düÅŸünüyorsan, onları yendin demektir.


İnsanın azınlıkta olması, tek kiÅŸilik bir azınlık olması bile, deli olduÄŸu anlamına gelmiyordu. Bir doÄŸru vardı, bir de doÄŸru olmayan; doÄŸruya sarıldığın zaman, tüm dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun.


"Akıllılık çoÄŸunluÄŸa bakılarak ölçülmez,''


her yerde, yeryüzünün dört bir yöresinde, birbirlerinin varlığından habersiz, aralarına nefret ve yalan duvarları girmiÅŸ, ama yine de birbirinin aynı olan; düÅŸünmeyi hiçbir zaman öÄŸrenmedikleri halde, bir gün dünyayı altüst edebilecek gücü yüreklerinde, içlerinde, kaslarında biriktirmekte olan yüz milyonlarca insan yaşıyordu. Umut, varsa eÄŸer, proleterlerdeydi!


"Ama insanların bir sürü ÅŸeyi anımsamalarını nasıl önleyebilirsiniz ki?" diye bağırdı. "İstemdışı bir ÅŸey bu. Anımsamamak insanın elinde deÄŸil. BelleÄŸi nasıl denetim altında tutabilirsiniz?"


İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.


bizi ilgilendiren tek ÅŸey düÅŸüncedir. Biz düÅŸmanlarımızı yok etmek için uÄŸraÅŸmayız, onları deÄŸiÅŸtiririz.


Biz zoraki boyun eÄŸilmesinden de, kölece boyun eÄŸilmesinden de hoÅŸlanmayız. Bize özgür iradenle teslim olmalısın. Biz, sapkınları bize direniyor diye yok etmeyiz; direndikleri sürece asla yok etmeyiz. İnançlarından döndürür, kafalarının içini ele geçirip yeniden biçimlendiririz. İçlerindeki tüm kötülükleri, tüm yanılgıları silip atar, lafta deÄŸil, canıgönülden saflarımıza katılmalarını saÄŸlarız. Öldürmeden önce bizden biri yaparız. Ne kadar gizli ve güçsüz olursa olsun hiçbir yanlış düÅŸüncenin bu dünyada barınmasına katlanamayız. Ölüm anında bile herhangi bir sapmaya izin veremeyiz. (…) biz beyni tuzla buz etmeden önce kusursuz bir hale getiririz.


"Yelkenleri suya indirerek paçayı kurtaracağını sanıyorsan yanılıyorsun, Winston. Yoldan çıkanlar hiçbir zaman bağışlanmaz. YaÅŸamana izin versek bile, bizden asla kurtulamazsın. Bu iÅŸin sonu yok. Åžimdiden bilesin. Seni öyle bir ezeceÄŸiz ki, geri dönüÅŸün olmayacak. Başına öyle iÅŸler gelecek ki, bin yıl yaÅŸasan düzelemeyeceksin. Bir daha asla normal bir insanın duyumsadıklarını duyumsayamayacaksın. YüreÄŸindeki her ÅŸey ölmüÅŸ olacak. Bundan sonra sevgi nedir, dostluk nedir bilmeyeceksin; ne yaÅŸama sevinci ne gülüp eÄŸlenmek ne merak ne cesaret ne de dürüstlük, hepsinden yoksun kalacaksın. BomboÅŸ bir adam olacaksın. Sıkıp içini boÅŸalttıktan sonra, içine kendimizi dolduracağız."


"İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?"

Winston, biraz düÅŸünüp, "Acı çektirerek," dedi.


Hükmetmek, acı çektirmekle ve aÅŸağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediÄŸin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur.


Bizim uygarlığımız ise nefret üstüne kurulu. Bizim dünyamızda korku, öfke, zafer ve kendini aÅŸağılamadan baÅŸka bir duyguya yer yok.


GeleceÄŸin resmini görmek istiyorsan, bir insan yüzüne basmış bir postal getir gözlerinin önüne, sonsuza dek. (…) Bunun sonsuza dek böyle olacağını hiç aklından çıkarma. Postal her zaman üstüne basacak bir insan yüzü bulacak. Her zaman alt edilecek, aÅŸağılanacak bir sapkın, bir toplum düÅŸmanı bulunacak. Elimize düÅŸtüÄŸünden beri başına gelen her ÅŸey sürüp gidecek, hem de daha da ÅŸiddetlenerek. Casusluk, ihanetler, tutuklamalar, iÅŸkenceler, idamlar, ortadan kaybolmalar dur durak bilmeden sürüp gidecek. Bir zafer dünyası olduÄŸu kadar bir terör dünyası olacak bu dünya. Parti ne denli güçlenirse, o ölçüde hoÅŸgörüsüzleÅŸecek: Muhalefet ne denli zayıflarsa, zorbalık o ölçüde artacak.


Bir kez teslim olmayagör, gerisi kendiliÄŸinden geliyordu.


"Tek başına acı her zaman yetmeyebilir," dedi. "İnsanoÄŸlu, kimi zaman, acıya dayanabilir, en ölümcül acıya bile. Ama herkesin asla dayanamayacağı, aklından geçirmek bile istemeyeceÄŸi bir ÅŸey mutlaka vardır. Burada cesaret ya da korkaklık söz konusu edilemez. Yüksek bir yerden düÅŸerken bir ipe tutunmak korkaklık sayılmaz. Suyun dibinden yukarı çıktığında ciÄŸerlerini havayla doldurmak da korkaklık sayılmaz. Karşı konulamayacak bir içgüdüdür bu. Aynı ÅŸey sıçanlar için de geçerli. Onlar senin için dayanılmaz. Senin için, istesen de karşı koyamayacağın bir baskı onlar. O yüzden, senden isteneni önünde sonunda yapacaksın.''


"İçine giremezler," demiÅŸti Julia. Ama adamın içine de girebiliyorlardı iÅŸte. O'Brien, "Burada başına gelenler sonsuza dek sürecek," demiÅŸti. DoÄŸruydu.

Bazı ÅŸeyler geri gelmiyordu, insan bir daha geriye dönemiyordu. İnsanın içinde bir ÅŸeyler ölüyor, yanıp kül oluyordu. 

14 Nisan 2018 Cumartesi
3450 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?