George Orwell, Papazın Kızı

Kitap Yorum
George Orwell, Papazın Kızı

Paris ve Londrada Beş Parasız ve Burma Günleri”nin ardından 1935 yılında yayınlan “Papazın Kızı”, George Orwell’ın okuduğum kitapları arasında kadın karakter üzerinden kurguladığı tek romanı.

Knype Hillde’ki St.Athelstan kilisesinin papazının kızı olan Dorotyh Hare kilisede babasının üzerine yıktığı tüm işleri şikayet etmeden yapar. Günlerini babasının yemeklerini hazırlayıp servis etmekle, vaazlarını daktiloya geçirmekle, alışveriş yapmakla, cemaat üyelerini ziyaret edip onlara yardım etmekle ve kiliseye yardım toplamak amacıyla sergilenecek oyun için kostümler dikmekle geçirir. Neredeyse bir saniye durup nefes alacak kadar bile boş vakti yoktur.

Tüm bu yoğun çalışma temposunun arasında babasının huysuzluklarına da katlanmak zorundadır. Papaz yemeğinin tam zamanında masasında olmasını ister, yapılan yemeklerden sürekli şikâyet eder, aynı şeyleri yemek istemez. Ne kadar huysuzsa alışveriş yaptıkları yerlere olan borçlar konusunda da bir o kadar duyarsızdır. Dorotyh’nin yemekleri yapacak malzemeleri nasıl aldığıyla ya da veresiye alıp almamasıyla zerre kadar ilgilenmez.

Her türlü işi şikayet etmeden üstlenen Dorotyh, aynı zamanda dinine bağlı bir kadındır. Günah işlemekten ölesiye korkar. Hatta öyle ki, aklından sakıncalı olduğunu hissettiği bir düşünce geçse kendini vücuduna iğne batırarak cezalandırır ve böylece bu düşüncelerin kafasından uzaklaşmasını sağlar. Günler böyle geçip giderken, kilise ve kasaba arasında yapmış olduğu işler dolayısıyla yorgunluktan bitap düşen Dorotyh bir sabah ansızın kaybolur.

Orwell’ın asıl hikayesi de buradan sonra başlar…

“Bunun üzerine eşi benzerine rastlanmamış korkunç bir şey -ölene dek unutulmayacak bir şey- yaşandı; papaz kahvaltısını kendi ruhban elleriyle hazırlamak -evet, iğrenç bir siyah demlikle ve Danimarkalı domuz pastırması dilimleriyle uğraşmak-zorunda kaldı.”

Dorotyh’nin kaybolmasının ardından kasabada dedikodular başlar. Papaz çıkan dedikodulara hiç tereddütsüz inanır. Çünkü onun düşündüğü tek şey kahvaltısını kimin hazırlayacağıdır ve ona göre “Babasının kahvaltısını bile düşünmeden evden çıkıp giden bir kızdan her şey beklenir”

Orwell, Dorotyh’yi hafızasını kaybetmiş bir şekilde, beş parasız bir halde sokaklarda çıkarır karşımıza. Dorotyh için asıl sınav şimdi başlayacaktır.

Açlık, soğuk, işsizlik…

Bundan sonraki süreç Paris ve Londrada Beş Parasız”dakine eşdeğer bir seyir izler. Dorothy sokaklarda tanıdığı arkadaşlarıyla kilometrelerce yol kat edip şerbetçi otu toplamak için çiftliklerde çalışır. Sezon bitiminde ise sokaklara geri döner.

“Dorotyh yürümeyi sürdürdü ve başını koyacak bir damı olmayan herkesi aynı yere sürükleyen çekimin gücüne kapılarak Trafalgar Meydanı’na vardı.”

Kitabın üçüncü bölümüne piyes tarzında başlar Orwell. Yaklaşık yirmi sayfa süren ve Dorotyh’ninde içinde bulunduğu sokaklarda kalan insanların kendi hallerinde konuşmalarını içeren bu bölüm ilk başlarda anlamsız gibi görünse de, sayfalar ilerledikçe insanların çaresizliği ve ne olursa olsun bir şeylere tutunup hayatta kalma mücadeleleri yüreklere işler. Hele de gecenin ayazında bu insanların birbirlerine sığınarak ısınma çabalarının anlatıldığı satırları öylesine canlı aktarır ki Orwell, sıcacık evinde otururken bile titremekten kendinizi alamaz insan.

“O ana kadar inandığım her şey –her şey- ansızın anlamsız, neredeyse saçma gelmeye başladı. Tanrı, Tanrı derken kastettiğim şey, ebedi yaşam, cennet, cehennem –her şey. Hepsi kayboldu. Mantığımla vazgeçtim de değil; bir anda başıma geldi. Çocukken bir gün durup dururken perilere inanmayı bırakmak gibi. İnanmaya daha fazla devam edemedim”

Orwell, sadece Dororthy’nin hayatını değiştirmez, aynı zamanda bakış açısını, inançlarını da değiştirir. Her ne kadar kendisi kabul etmese de dini ve yıllar boyu her sıkıntıdan onu çıkartan cennet düşüncesini de sorgulamaya başlar Dorotyh. İnançla ilgili bölümlerde Bay Warburton’u devreye sokan Orwel, inanç – inançsızlık çatışmalarını Dorotyh ve Warburton üzerinden işler. Warburton, Dorotyh’nin aslında hiçbir zaman inançlı biri olmadığını iddia eder. “İnanmayacak kadar zeki” olarak tanımlar Dorotyh’yi ve inanıyor görünmesinin tek nedenini “bu absürd inançlarla” yetiştirilmesine bağlar.

“İnanç gibi, kaygı da temelde mantığa dayanmaz; daha ziyade zihinde yaşanan bir algı değişikliğidir.”

Dorothy’nin başına gelenleri anlatırken, kabullenmişliği, boyun eğmeyi, işsizliği irdelerken, bir yandan dini ve körü körüne inanmayı, diğer yandan Dorothy’nin öğretmenlik yaptığı dönemde özel okullardaki eğitim sistemini de sorgular Orwell. Özel okullarda satıcı – müşteri mantığının hakim olduğunu, veliyi (müşteriyi) kaybetmektense eğitimi altüst etmenin yeğ tutulduğunu belirtir.

“Bir okulda önemli olan tek şey vardır, o da ücretlerdir.”

İnternet üzerinden yaptığım araştırmalarda her ne kadar Orwell’ın kendi romanını basılmaya değer bulmadığını öğrenmiş olsam da, bence Orwell hayranları tarafından okuması gereken bir kitap “Papazın Kızı”.

Sorgulatan, düşündüren ve hayatı anlamlandıran okumalarınız olsun…

Buket Özsanat
4 Mart 2018 Pazar
2486 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?