1945 yılında yayınlanan “Hayvan Çiftliği” George Orwell’ın en iyi bilinen ve en çok okunan yapıtlarından biridir. Şekil olarak olmasa da, vermek istediği mesaj açısından “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”e benzeyen eser “Bir Peri Masalı” alt başlığı ile yayınlanması ve karakterlerinin hayvanlar olması nedeniyle akıllarda çocuklara yönelik bir kitap izlenimi yaratsa da konu itibariyle sonu diktatörlüğe varan ya da varacak olan sistemlerin eleştirisidir.
“Hayvan Çiftliği” ve ondan dört sene sonra yayınlanan “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” genel olarak sosyalizm ve komünizm eleştirisi olarak nitelendirilir. Orwell’ın diğer kitapları da okunduğunda yazarın sosyalistlere ve komünistlere yönelik eleştirilerinin ön planda olduğu gözlemlendiğinde bu iki kitabın da aynı şekilde yorumlanması kaçınılmazdır. Ancak gerek “Hayvan Çiftliği”, gerekse “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” önyargısız okunduğunda düşünce biçimi ne olursa olsun ülkeleri yönetmeye aday olanların liderlik vasfını ellerine aldıktan sonra nasıl değişime uğradığını, savundukları düşüncelerin birer birer nasıl yıkıldığını, toplum refahı, özgürlük, eşitlik adı altında çıkılan yolların köleliğe varan sonlarını ve halkı robot haline getirmelerini resmeder. Aynı zamanda güzel haberlerle gözleri boyanan, ülkenin ilerlediğine, her şeyin güzel gittiğine ilişkin söylemlerle beyinleri yıkanan, yaşananları, verilen vaatleri, tutulmayan sözleri çok çabuk unutan ya da kendi hafızasına güvenemeyen, düşünmeden, sorgulamadan biat eden ülke insanlarının içinde bulunduğu ruh halini yansıtır okuyucuya.
“Bütün kitaplar eşittir; ama bazı kitaplar öbürlerinden daha eşittir.”
Hayvan Çiftliği’nde Orwell, insanlara ve sisteme yönelik eleştirisini hayvanlar üzerinden kurgular.
Koca Reis adlı domuz bir gece bütün hayvanları bir araya toplayarak gördüğü rüyadan ve insanların onlar üzerinde kurduğu tahakkümden bahseder. İnsanın üretmeden tüketen tek varlık olduğunu söyleyen Koca Reis hayvanların birlik olarak ayaklanmasını ister ve bu ayaklanma sonucunda çiftliği ele geçirecek olan hayvanlar için yedi emir niteliğindeki kuralları koyar. Bu kurallara göre iki ayak üzerinde yürüyen herkes düşmanken, dört ayak üzerinde yürüyen ya da kanatları olan herkes dosttur. Hayvanlar giysi giymeyecek, yatakta yatmayacak, içki içmeyecek ve hiçbir şekilde bir başka hayvanı öldürmeyecektir. En önemli kural ise bütün hayvanlar eşittir.
Koca Reis hayvanları toplayıp düşüncelerini paylaştığı gecenin akabinde ölür. Çiftlik hayvanları başta bu düşünceleri pek önemsemeseler de çiftlik sahibi sarhoş Bay Jones’un onları aç bıraktığı bir gün ayaklanıp çiftliğe el koyarlar ve insanları çiftlikten uzaklaştırırlar. Beylik Çiftliğinin adı Hayvan Çiftliği olarak değiştirilir.
Hayvanlar Napolyon ve Snowball önderliğinde birlik ve beraberlik içinde çalışmaya başlarlar. Okuma yazma öğrenirler, ekinleri ekip biçerler… Hayvanlar için bir çiftliği yönetmek çok zor olsa da başlarda her şey mükemmeldir, en azından artık köle olarak değil sadece kendileri için çalışmaktadırlar. Tam bir peri masalıdır yaşadıkları. Ancak bu peri masalının sonu, bildiğimiz masallardaki gibi mutlu bitmez…
“Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler.”
Zaman içinde her şey değişmeye başlar. Önce Napolyon ve Snowball arasında görüş ayrılıkları zuhur bulur. Napolyon’un Snowball’ı çiftlikten kaçırmayı başarmasının ve tek başına liderlik koltuğuna oturmasının ardından yedi emir birer birer değiştirilir, domuzlar çiftlik sahibi görünümüne bürünürken, diğer çiftlik hayvanları eski köle hayatlarına geri dönerler.
Napolyon’u ilahlaştıran hayvanlar, onun her söylediğine inanırlar. Aralarında Napolyon’un söylediklerinin doğru olmadığını düşünenler çıksa da, çoğunluğun karşısında düşüncelerinin yanlış olduğuna kanaat getirirler. Onun kararlarına karşı çıkanlar ise birer birer idam edilir.
Çiftlikte artık baskı, zulüm ve zorbalık hüküm sürmektedir.
Orwell siyasi hiciv tarzındaki eserinde, eşitlik savunuculuğuyla, hak adalet söylemleriyle başa gelen, iktidar hırsıyla gözü dönen bir liderin diktatörleşmesini, cahilliklerinden dolayı her söylenene inanıp ezberletilmiş öğretilerle alkış tutanları, karınlarını doyuranların bir emriyle hiç tereddütsüz cinayet işleyebilenleri, yönetim biçimini hiçbir şekilde sorgulamadan kendisine verilen her işi yapmak için canla başla mücadele eden, beyniyle değil sadece kas gücüyle düşünebilenleri, hiçbir şeyin düzelmeyeceği, her türlü rejimin çökeceği düşüncesiyle boş vermişlik içinde bir kenarda takılan, etliye sütlüye karışmayan ve sözde her şeye muhalifleri, cennet vaatleriyle gözleri kör edip beyin yıkayanları Hayvan Çiftliğinin sakinleri üzerinden aktarır.
Koyunları, domuzları, köpekleriyle, Napolyon, Benjamin, Boxer, Moses ve diğer karakterleriyle geçmişin, bugünün ya da yarının dünyasındaki insanlara ayna tutar.