
“Rusya'da 1905'de patlak veren ve ancak 1907'de bastırılabilen ilk devrimden sonra, o karanlık, karışık yıllarda (1907-1917) idamlar, intiharlar salgın ÅŸeklini almıştı. Rusya'nın dört bir yanında daraÄŸaçları kuruldu. Cellatlar gece gündüz, durmadan çalışıyor, cellat yetiÅŸmiyordu. O mahut Schlüsselburg kalesi ve çoÄŸunluÄŸu kale ÅŸeklinde olan diÄŸer hapishaneler, mahpuslarla dolup dolup taşıyordu. Çar mahkemeleri ara vermeden çalışıyordu. Ve bir gece geçmiyordu ki ÅŸafak vakti birkaç genç insan asılmasın. Binlerce kiÅŸi asılarak idama mahkûm edildi, binlerce insan müebbet hapse, Sibirya'da kürek cezasına çarptırıldı ve nüfus kütüÄŸünden silindi. İşte o zaman Rusya'nın hümanistleri, aydınları var gücüyle bu teröre karşı gelerek, bu keyfi zulme meydan vermemek için harekete geçtiler.” (Arka Kapaktan)
Yedi Asılmışların Hikayesi ile idamı irdeleyen Leonid Andreyev de bu zulmü sonlandırabilmek için açılan kampanyaya katkı saÄŸlayan yazarlardan biri.
Kitabın önsözünde, Andreyev’in kitaplarını yazarken kahramanlarının hayatlarını bizzat yaÅŸadığını dile getirmiÅŸ GüneÅŸ Bozkaya; “Ünlü ‘Anatema’ eserinde Yahudi Leyzer’i yaratırken, Adreyev kendisi de bir Yahudi oluyor, farkına varmadan Ahti Atik diliyle konuÅŸuyordu. ‘SaÅŸka Jigulev’ adındaki roma nını bitirinceye kadar Volga dolaylarından baÅŸkente gelen bir külhanbeyiydi. Ve ünlü ‘Yedi Asılmışların Hikayesi’nde Çingene MiÅŸka’ya sıra gelince Andreyev kendisi Orlov’lu bir çete reisi olmuÅŸ gibiydi, eÅŸini dostunu günlerce ÅŸoke ederek eÅŸkıya jargonuyla konuÅŸmuÅŸtu.”
Andreyev’in yarattığı karakterin içine girmesi ve onların duygularını hissetmesi, asılmayı bekleyen yedi kiÅŸinin iç dünyalarını, her bir karakterin kendine özgü duruÅŸlarını, konuÅŸmalarını, yüz ifadelerini bu derece etkileyici yazmasının yegâne nedeni olsa gerek.
Gerçek hayattan alındığı ve 1907 yılında geçtiÄŸi söylenen kitap dönemin bakanlarından birine yapılacak olan suikastın emniyet güçleri tarafından bakana bildirilmesiyle baÅŸlıyor. (Önsözde bu bakanın İçiÅŸleri Bakanı Pyotr Nikolayevich Durnovo olduÄŸu belirtilmiÅŸ) Her ne kadar koruma tedbirleri alınsa da ertesi gün saat on üçte öldürülmesinin planlandığını öÄŸrenen bakanın gece boyunca yaÅŸadıklarını aktarırken, insanın öleceÄŸi saati bilmesinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini anlatan güzel bir giriÅŸ yapmış Andreyev. Bir yanda gerçekleÅŸmeyecek bir suikast haberinin etkisiyle darmaduman olan bakan, diÄŸer yanda devlet eliyle öldürülmeyi bekleyen idam mahkumları.
“Dünyadan bir insan kayboluyor”
Bakana yapmayı düÅŸündükleri suikast ortaya çıktıktan sonra tutuklanan ve hemen idamlarına karar verilen Sergey, Musya, Verner, Vasily ve Tanya, azılı bir hırsız ve katil olan Çingene MiÅŸka, çalıştığı çiftliÄŸin sahibini öldüren, karısına tecavüz etmeye kalkışan ve çok az Rusça bilen İvan Yanson.
Yasalarla meÅŸru kılınan cinayetler sonucunda dünyadan kaybolan binlerce insan gibi, tek baÅŸlarına kapatıldıkları hücrede asılmayı bekleyen yedi insan, yedi can…
“İnsan sabahtan akÅŸama kadar bir ÅŸey olmasını bekler ve hiçbir ÅŸey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir ÅŸey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, ÅŸakakları zonklayana dek düÅŸünür, düÅŸünür, düÅŸünür. Hiçbir ÅŸey olmaz.” (Stefan Zweig, Satranç)
HiçliÄŸin ortasında ölümü düÅŸlemek. İzbe bir hücrenin içinde bir yanda umudu, diÄŸer yanda her ÅŸeyin bittiÄŸini hissetmek. Her ÅŸeye raÄŸmen ayakta durmaya, güçlü olmaya çalışmak. Delirmemek için uÄŸraÅŸ vermek. Bir gün doÄŸumunu daha seyredilmek için, bir günün daha geceye dönmesini görebilmek için dualar etmek. Bir yandan biran önce saatlerin ilerleyip o kaçınılmaz anın gelmesini isterken, diÄŸer yandan zamanın durmasını, hiç akmamasını ve bir mucizenin gerçekleÅŸmesini dilerken, hiçbir ÅŸey yapamadan ölümü beklemek.
Ve dışardakiler… Onları kurtarabilmek için her türlü yolu deneyen, sevdikleri insanların öldürüleceÄŸini bilerek yaÅŸamaya çalışan anneler, babalar, kardeÅŸler, akrabalar, dostlar…
Leonid Andreyev tüm bu duyguları, bekleyiÅŸleri, ruh çalkantılarını, cesareti, korkaklığı, yenilmiÅŸliÄŸi öylesine derin iÅŸlemiÅŸ ki, onların bulunduÄŸu hücreye kapatılmış gibi hissettim kendimi. Zaman kavramından yoksun, en ufak bir hareketlilikten ürkerek, nefessiz kalarak, onlarla aynı yolu yürüyerek ve boynumda soÄŸuk ilmeÄŸi hissederek…
Yedi Asılmışların Hikayesini Yar Yayınlarının Mayıs 2006 tarihli üçüncü baskısından okudum. Vasil Bıkov’a ait olan DaraÄŸacını okurken karşılaÅŸtığım baskı hataları bu kitapta da mevcut ve ne yazık ki bu kitaplarda yayınevi seçme ÅŸansımız yok. Ancak ÅŸunu belirtmeliyim ki, her iki kitapta okuyucuyu öylesine içine çekiyor ki, baskı hatalarından kaynaklı sorunlar görmezden gelinebiliyor. 136 sayfalık kısacık ama dopdolu Yedi Asılmışların Hikayesinin, özellikle de idam cezasının sıkça dile getirildiÄŸi ülkemizde okunması gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Andreyev’in eserini okurken hatırladığım Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü ve Hannah Kent’in Ölü Gömme Törenleri de konuyla ilgili önerebileceÄŸim kitaplardan.
Keyifli ve bilinç dolu okumalarınız olsun…
Kitaptan Alıntılar
“Hücresinde bir sabah uyanıp artık gelecekte sadece boÅŸlukta birkaç saat kadar beklemekten ve ölümünden baÅŸka bir ÅŸeyin kalmadığını birden bütün açıklığı ile kavrayınca içi bayılacak gibi bir tuhaf oldu. Onu çırılçıplak bırakmışlar, olmayacak bir ÅŸekilde soymuÅŸlardı sanki: Üstündeki pılı pırtıyı çıkarıp atmakla yetinmemiÅŸler, güneÅŸi koparmışlar üstünden, havayı almışlar; gürültüyü, aydınlığı, tavırlarını, hareket gücünü, konuÅŸmasını. Ölüm daha yok ama hayat da yok, sadece ÅŸaşılası yepyeni bir ÅŸey var; anlamlı ya da anlamsız bir ÅŸey mi? Ama özellikle derin, gizemli, insanlık dışı bir anlama gelen bir ÅŸeydi bu; ve çözülmesi de imkansızdı onun.”
“Saldırıyorlar, üstüne atılıyorlar, sürüklüyorlar, asıyorlar, ayaklarından çekiyorlar, ipi kesiyorlar, yerleÅŸtiriyorlar, götürüp gömüyorlar… Dünyadan bir insan kayboluyor.”
“Bu beyefendiler ne sanıyorlar? Ölümden daha korkulu bir ÅŸey yokmuÅŸ dünyada onlar için. Kendileri ölümü icat ettiler, kendileri de ondan ürküyorlar, bizi de korkutmak istiyorlar. Bana kalsa ne yapardım biliyor musun? Tek başıma bir alay askerin önüne çıkıp onlara Brovningden ateÅŸ açardım. Olsun, ben kimseyi vurmayayım, bu da önemli deÄŸil. Önemli olan, onların kalabalık olmasıdır. Ben ise tekim. Ve binlerce kiÅŸi, onu öldürmek için bir tek kiÅŸinin peÅŸine düÅŸerse, demek ki bu tek kiÅŸi, yeniyor davada.”
“Ağır ağır delilik çöküyordu üstüne. Bilinci sönüyor, dağıtılan meydan ateÅŸi gibi soÄŸuyordu: Henüz ölmüÅŸ ve yalnız yüreÄŸi daha sıcaklığı saklayan, ayakları, elleri donmaya baÅŸlayan bir insanın cesedi gibiydi. Bir kez daha, son kanlı bir parıltıyla coÅŸup sönmek üzere olan düÅŸünce, Vaska KaÅŸirin’e delirmek üzere olduÄŸunu söyledi ve Vasiliy KaÅŸirin’in tarifsiz, vahÅŸice bir ıstırap ve acıyı çekebileceÄŸini, hiçbir canlı yaratığın henüz katlanmadığı bir acıya katlanmak zorunda olacağını, başıyla duvarları delmek isteyeceÄŸini, parmaklarıyla kendi gözlerini oyacağını, bağırıp çağıracağını, ama bağırsa da, çağırsa da, gözyaÅŸlarını döke döke, artık buna katlanamayacağını anlatsa da, sonunda hiçbir ÅŸey elde edemeyeceÄŸini hatırladı.”
“İnsanın beynini sekteye uÄŸratan deliliÄŸi, dehÅŸeti, vahÅŸetiyle inanılmaz, insanlık dışı bir ÅŸey olan idamı göz önüne getirmek bile, bu kısa, anlaşılmaz vakti, hatta hayatın da ötesinde olan bir iki dakikayı düÅŸünmekten daha kolay, daha az korkunçtu. Sergey’in insan beyni; ne diyeceÄŸini, nasıl davranacağını, anasına babasına nasıl bakacağını anlamayı reddediyordu. En basit ve her zamanki ÅŸey; büyüklerini elini sıkmak, onları öpmek, “merhaba, baba” demek insanlık dışı, delice riyakarlığıyla insan gücü dışında, ÅŸimdi müthiÅŸ bir iÅŸ gibi görünüyordu.”
“Hücresinde bir sabah uyanıp artık gelecekte sadece boÅŸlukta birkaç saat kadar beklemekten ve ölümünden baÅŸka bir ÅŸeyin kalmadığını birden bütün açıklığı ile kavrayınca içi bayılacak gibi bir tuhaf oldu. Onu çırılçıplak bırakmışlar, olmayacak bir ÅŸekilde soymuÅŸlardı sanki: Üstündeki pılı pırtıyı çıkarıp atmakla yetinmemiÅŸler, güneÅŸi koparmışlar üstünden, havayı almışlar; gürültüyü, aydınlığı, tavırlarını, hareket gücünü, konuÅŸmasını. Ölüm daha yok ama hayat da yok, sadece ÅŸaşılası yepyeni bir ÅŸey var; anlamlı ya da anlamsız bir ÅŸey mi? Ama özellikle derin, gizemli, insanlık dışı bir anlama gelen bir ÅŸeydi bu; ve çözülmesi de imkansızdı onun.”
Buket Özsanat