Cennette Uzun Bir Kış

Yeni Çıkanlar
Cennette Uzun Bir Kış

“Mecburdum bir kurtarıcıya inanmaya, bir kurtuluş ümidine sarılmaya, bu kişi annem olsa bile. (…) Hiç zor olmamıştı anneme körleşmek. Fakat o, evde asılı kalan cesedimi, etrafa yayılan çürümüş et kokusunu yok saymakta ısrar ettikçe, evdeki küslüğü ve huzur bozucu sessizliği kimsenin iştirak etmediği şen şakrak sohbetleri ve yerli yersiz kahkahalarıyla gizlemeye çalıştıkça bu körleşme oyununu sürdürmemi zora sokardı. Onun yemek masasındaki, yaşanan günahları acemice örtmeye hevesli lakırdıları, sahici olmadığından kulak tırmalayıcı olduğu kadar asap bozucu kahkahaları bugün bile kulağımda çınlar. Şimdilerde sesi eski gürlüğünü yitirmiş, gülümseyişleri her depremle biraz daha çatırdamışsa da yine de tüylerimi diken diken eder tebessümleri. Hâlâ tebessüm edebiliyor olmasını hiç affedemem.”

Barış Tuna ikinci romanında dokunulmazlık sahibi “kutsal” aile kurumuna dokunmakla kalmıyor, o “kutsal” çatı altında yaşanan cinsel istismarı, ikiyüzlülüğü, dinsel baskıyı, bencilliği ve çürümüşlüğü ifşa ediyor. Merkezine aşk acısını koyan roman, Aslı, Umut, Meral ve Serhat’ın birbiriyle kesişen aykırı ve “arızalı” hayatlarını, hayal kırıklıklarını, umutsuzluklarını derinlikli bir anlatımla ve bir solukta okunan bir akıcılıkla okura aktarıyor. Aşk, ayrılık acısı, geleneksel aile yapısı, din-mezhep ayrışmaları, sosyal sınıf çatışması, kapalı kapılar ardında yaşanan cinsel istismarın sonuçlarının hayata yansıması bu sürükleyici romanda bir araya geliyor. Barış Tuna’nın akıcı anlatımı, heyecan verici tasvirleri ve her etapta şaşırtmayı başaran kurgusuyla Cennette Uzun Bir Kış son dönemin en başarılı romanlarından biri olmaya aday. 

Cennette Uzun Bir Kış'tan Alıntılar

"Sevmenin acıtmadığı günlerdi, aşkın henüz ağır gelmediği, her sözün, her hareketin "O da beni seviyor"a yorulduğu, umuda teşne günlerdi. (…) Gizemli ülkelerdi görülmek istenen, ama bizimkisiydi asıl çözülmesi istenen gizem. Ertelenen yolculuk muydu yoksa bizler miydik sevgilim, bir türlü çıkılamayan yolculuklar mıydı yoksa kendimiz miydi bir türlü varamadığımız, çok isteyip de gidemeyişimiz seni uçak tuttuğundan mıydı yoksa bize tutulmaktan korktuğundan mıydı?” 


“Sürdürüyordun konuşmayı. Gözlerin bana mı dikilmişti yoksa gözlerimdeki yansısına mı, belki de kendimi koyuvermişliğimde kendini ilk defa bu kadar berrak gördüğünden tutunmak istemiştin gözlerime, bendeki misafirliğini sürekli kılmayı dilemiştin. Oysa seni hiçbir zaman misafir saymamıştım ki ben, misafir olan senin uzaklığındı.”


“Sokağa salmazlardı beni, kirli ve küfürlüydü sokaklar. Sokakta fenalık vardı. Terbiyemde gözü olabilecek küfürbaz sokak çocuklarıyla karşılaşmayım diye okul servisi alırdı beni evden. (…) Hayta, haylaz, züppe kolej öğrencileriyle hayatları burnundan gelmiş öğretmenler sessizliğe atfedilen değer yüzünden sessiz sedasız biri olmamdan övgüyle söz ederek "ne iyi yetiştirmişsiniz çocuğunuzu" tebrik kartlarından takdim ederlerdi anneme. Annem de güya büyük bir alçakgönüllülükle kabul ettiği bu armağanı evin başköşesine yerleştirerek evde hüküm süren onursuz hayatın üstünü örterdi. Nasıl bir kir taşıdığımı göremediklerinden hep başı okşanan, sırtı sıvazlanan bu kızın sessizliğinin mecburiyetten, anlatacaklarının çirkinliğinden kaynaklandığını bilmeden sakinliğimi kutsamayı sürdürürlerdi.”


“Meral'in geçmişte izlediği güzergâh, Umut'un hayatını daha katlanılır kılmak için geliştirdiği, zamanla da iyice benimsediği tüm mazeretleri çürütüyordu. Meral Umut'un bahanelerini çalmıştı, onu "ama"sız bırakmış, "keşke"lere boğmuştu. Hayatını nasıl katlettiğini, çocukluğuna nasıl kıydığını gözler önüne seren bir komiserdi Meral, artık delilleri karartma imkânı bırakmamıştı Umut'a...”


“Onlar gibi taşradan büyük şehre gelmiş, tahsilsiz, orta halli aileler Çankaya'nın, Gaziosmanpaşa'nın kalem yalamış, hali vakti yerinde aileleri gibi modernlikleriyle dini vecibelerden yırtamazdı. Onlar gibisi oruç tutmuyorsa, bunun tek sebebi Alevilikleri olabilirdi. Meral söylenmeye önce üçüncü sınıfa geçtiğinin yazı, çoğu komşularının pikniğe gider gibi çoluklu çocuklu teravih namazına gitmelerinin arkasından iç geçirerek bakmasıyla başlamıştı. "Biz neden gitmiyoruz camiye?" sözü popülerlikte Ajda Pekkan'ın şarkılarını sollamıştı.”


“Geçmişini bu kadar kolay reddetmen belki de çocukluğuna dair tek bir fotoğraf bulunmayışındandı. Fotoğrafı çekilmemiş bir çocukluk sadece yaşanmamış değil aynı zamanda değersiz sayılırdı. İnsanlar neden harıl harıl fotoğraf çekiyordu, yaşamlarını belgelemek, yarına hatıra kalsın diye mi? Elbette hayır. Yaşadıkları anın ne kadar biricik olduğunu göstermek, her anlarını değerli kılmak, yarına hatıra kalacak kıymette bir hayat sürdüklerini kendilerine ispatlamak için fotoğraf biriktiriyordu. Geçmişlerini müzayedelerde açık artırmaya çıkaran varlıklı arkadaşlarına çocukluğundan tek bir fotoğraf gösteremeyip süklüm püklüm oturduğunda işte en çok o zaman hissederdin kimsesizliğini. En kasvetli, unutulası çocukluklar bile fotoğraflarla değerli kılınırken çocukluğun olmayan fotoğraf albümleriyle tekrar tekrar cezalandırılırdı.”


“Bayramdan seyrana ziyaret edilen uzak akraba evlerinin bir ömre yetecek sıkıntısı karşılardı beni evinde. İlk alındıklarındaki gösterişlerini tümden yitirmiş eşyaların kaderini paylaşan yılgın bir evlilik hüküm sürüyormuş gibi suskundu aslında hiçbir eşyanın özensiz ve rastgele seçilmediği, zevkli ve günün modasına uygun döşenmiş evin. Bayram gezmelerindeki gibi dakikalar geçmek bilmezdi evinde. El öpme, kolonya tutma, akide şeker veya madlen çikolata ikram etme, daha önceki ev gezmelerinde yenmiş tatlılarla iyice kıyılmış içi bastırmak için acı Türk kahvesi pişirme ve şekerpare ya da ev yapımı baklava ile bu zorunlu ziyareti nihayetlendirme. İşte o bayram gezmeleri gibi içtenliksiz ve zarurettendik seninle.”

5 Ekim 2016 Çarşamba
1231 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?