Erich Maria Remarque - Hayat Kıvılcımı kitap alıntıları

Kitap Alıntıları
Erich Maria Remarque - Hayat Kıvılcımı kitap alıntıları

Hayata devam edebilecek kuvveti yeniden toplayabilmek için çabuk unutmasını bilmek gerekirdi. 


Rus esirler, arazinin öteki ucunda çalışıyordular. Neubuer’in bulunduğu yerden, esirlerin öne doğru eğik siluetleri ve süngüsü gökyüzüne saplanacakmış gibi duran nöbetçi görülüyordu. Nöbetçi sadece usul gereği orada bulunuyordu. Zira Rusların kaçacağı yoktu. Sırtlarındaki üniformalarıyla, üstelik lisan da bilmeden, nereye kaçabilirlerdi? Ruslar, ellerindeki kâğıt torbalara kampın ceset yakma fırınından doldurdukları külleri, tarlalara serpiyordular. Neubauer’in pek sevdiği kuşkonmaz ve çilek yataklarında çalışıyorlardı. Neubauer kuşkonmaza ve çileğe bir türlü doymak bilmezdi. Bir kâğıt torbada, on ikisi çocuk olmak üzere altmış insanın külü bulunurdu. 


Bombardımandan sonra tutuklular enkaz arasında ölülerini veya ölülerin kalıntılarını aramaya başlamıştılar. Yoklama için bu işin önemi vardı. Bir mevkufun hayatına ne derece az değer verilirse verilsin ve SS’lerin gözünde bunun ne kadar kıymeti olmazsa olmasın, yoklamadaki sayı doğru çıkmalıydı. Kırtasiyecilik, cesetlere karşı bile değişmezdi. 


Buradan dışarıya çıkınca hiç kimse bize merhamet edecek değildir. Her şeyi inkâr edecekler ve her şeyi unutmak isteyecekler. Hatta bizi bile! Hem bizlerden çoğu da bütün bunları unutmak isteyecektir.  


Dirençte önemli olan direncin dış görünüşü değil, varılacak sonuçtur. Çılgınca cesaret yüzde yüz intihar demektir. Bizim bir parçacık direncimiz ise henüz kaybetmediğimiz tek şeydir. Bunu bulamamaları için çok iyi saklamalıyız. Bu direncimizi ancak ciddî bir zaruret halinde kullanmalıyız. 


'Kurtuluyoruz. Yeniden ilişkiyi sağladık. Dışarısı ile bütün ilişkileri kesilmiş durumda değiliz, bundan böyle. Etrafımızı saran karantine çemberi parçalandı.' Bu sözleri ile, bundan böyle ölüme mahkûm değiliz, küçük de olsa bir ümidimiz var, demek istemiş gibiydi. Ümitsizlikle ümit arasındaki o muazzam farkı, şu anda bütün şiddetiyle yaşıyordu: 'Şimdi artık hep bunu düşünmeliyiz. Bunu yercesine düşünmeliyiz. Ekmek yer gibi, et yer gibi, düşünmeliyiz. Sonu geldi. Bundan hiç kuşkum yok. Buradan kurtulacağız. Eskiden olsaydı böyle bir şey bizi öldürebilirdi. Yol çok uzundu. Birçok hayal kırıklıkları olabilirdi. Fakat şimdi bütün bunlar geçti. Hürriyet saati gelip çattı. Bu ümitten medet umacağız. Bu ümidi bütün beynimizle yiyeceğiz. Et yer gibi yiyeceğiz.' 


Dünya çapında bir günah, bir cinayet işlenmiş ve istenilen sonuç hemen hemen alınmıştı. Beşerî duyguların kuralları hiçe sayılmış ve hatta ayaklar altına alınmıştı. Hayat nizamı hiçe sayılmış, kırbaçlanmış ve yok edilmişti. Haydutluk, meşru, cinayet geçerli ve terör, kanun olmuştu.


Kışın hayvanların yaptığı gibi birbirlerine iyi sokulmuştular. Bu biçimde sadece birbirlerini ısıtmıyorlar, içlerindeki yaşama gücünü de artırıyorlardı. Buysa ısınmaktan daha da önemliydi.


Taraflarından ilk Yahudi öldürülüp de katiller mahkemeye verilmediği an hayat kurallarını çiğnemiştiler. Buna rağmen güldüler. Koskoca bir Almanya'nın yanında birkaç Yahudiııin lafı mı olurmuş, dediler. İşte bunun cezasını şimdi Tanrı onlara çektiriyor. Zira bir tek canın da bir değeri vardır, hatta en aşağılık biri bile olsa. 


509 başını kaldırıp yukarıya baktı ve yine gece olmasını pek isterdim, diye düşündü. Karanlıkta daha iyi gizlenmek kabil. Daha neler olacağını kim kestirebilir? Gündüzün saatleri pek boldu ve ölümün ise iş görmek için sadece saniyelere ihtiyacı vardı. 


SS’lerin bulunduğu kışlada kasvetli bir hava esiyordu. SS yüzbaşısı Kammler, müthiş bir can sıkıntısı içinde, emekliliği hak edip etmediğini ve aylığının ödenip ödenmeyeceğini düşünmekte idi. Kendini mahvetmiş bir üniversiteliydi ve hayatını kazanacak hiç bir iş öğrenmemişti. SS eri ve eski kasap çırağı Florstedt, 1933’ten 1935 yılına kadar elime düşenlerin acaba hepsi ölmüş müydü, diye kafa patlatmaktaydı. Bunun böyle olmasını pek istiyordu. Yirmisi için bilgisi vardı. Onları kırbaç altında kendi eliyle öldürmüştü. Fakat öteki on kişi için pek kesin bilgisi yoktu. İğneci Niemann, şehirde yaşayan cinsî sapık bir dostundan sahte belge temini için söz almıştı ama, bir türlü güvenemediğinden, kendisine kullanmak üzere son bir iğneyi hazır bulunduruyordu. SS erlerinden Buda, bir yolunu bulup İspanya’ya veya Arjantin’e kapağı atmayı tasarlıyordu. Hiç bir şeyden korkmayan insanlara böyle zamanlarda ihtiyaç hissedildiğini ummakta idi. Breuer ise yeraltı hücresinde, katolik bir tutukluyu ağır ağır, ara vere vere öldürmekle meşguldü. SS erlerinden yarım düzine kadarı, tutukluların haklarında lehte tanıklık edeceğini umuyordu. Birkaçı da, Almanya’nın savaşı kazanacağını hâlâ sanmaktaydı. Diğer bir kısmı, komünistlere geçmeye hazırlanıyordu. Bir kısmı da, hiç bir zaman gerçek bir Nazi olmadığına iyiden iyiye inanmaya başlamıştı. Fakat büyük çoğunluğunun hiç bir şey düşündüğü yoktu, zira düşünmek diye bir şeyin bulunabileceğini asla öğrenmemiştiler. Fakat hemen hepsi de, hep emirle hareket etmiş olduklarına ve bundan dolayı her türlü şahsî ve beşerî sorumluluktan uzak bulunduklarına inanmış bulunuyordu. 


İnsan hiç ummadığı bir zamanda yolun herhangi bir noktasında tanıdıklara rastlar. 


Bahar ve yeniden başlayan hayat, savaşa, ölüme, yasa veya ümide rağmen, kırlangıçlarıyla, yeşeren çiçek ve tomurcuklarıyla, her yıl gelirdi. Her yıl yeniden gelirdi, işte yine karşısındaydı ve bu kadarı yeter de artardı. 

23 Mayıs 2016 Pazartesi
2251 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?