
Aylardır beklediÄŸim, hiç olmayacak dediÄŸim an geldi çattı iÅŸte. Hiç akmaz dediÄŸim zaman aktı…
Yıllar önce, bu eve baÄŸlanmadan önce, rutubet kokan odalarında, nemli duvarlarında kısılıp kaldığımı hissederdim hep. Babaannem gibi karanlık duvarlar arasında bir başıma yok olup gideceÄŸimi düÅŸünürdüm. Hep balkonlu bir evin hayali kurardı rahmetli. Benim nazarımdaysa, balkonun pek bir önemi yoktu. Tek düÅŸüncem, dedemi, amcamı, babamı ve babaannemi yutan bu evden olabildiÄŸine uzak kalmaktı. Bu ev benim için acıların yatağıydı. ÇocukluÄŸum, ilk gençliÄŸim bu evde geçti hep. Hep bu evde yitirdim sevdiklerimi. Bu yüzden hiç oturmak istemediÄŸim, bir an önce satılsın da kurtulalım dediÄŸim bir yer oldu benim için. Satılmadı… Bize kaldı, bana kaldı ve ben nefret ettiÄŸim bir evi sevmeye baÅŸladım zamanla. Bu ev acıların yatağı, anılarımın aynası oldu. Yıllar içinde ÅŸekli ÅŸemali deÄŸiÅŸti, yıkık duvarları onarıldı, kırık dökük pencereleri, kapıları yeniden yapıldı, mutfağı, banyosu elden geçirildi… Hiç oturmak istemediÄŸim ev zaman içinde yenilenirken, benim duygularımda birer birer yenilendi. Ev dediÄŸim yer, evim oldu. Nefretim sımsıcak bir sevgiye dönüÅŸtü. Hangi duvara baksam, hangi köÅŸeye dalsa gözlerim kah hüzünlü, kah sevinçli anılarla doldu taÅŸtı. Bu ev benim insanlardan kaçış sığınağım olurken, aynı zamanda babama ve babaanneme açılan bir kapı haline geldi. Bu ev bana yaÅŸattığı tüm sıkıntıların ötesinde benim huzurum oldu.
Artık bu eve, duvarlarına sinen kokulara, aynalardan baktığım anılara, dedemin diktiÄŸi aÄŸaçlara, babaannemin sesleniÅŸlerine, babamın sessiz sedasız oturuÅŸlarına veda zamanı…
Gardırobun aynasından baktığımda babamı her zamanki yerinde oturup televizyon izlerken göremeyeceÄŸim artık. OturduÄŸum odada babaannemin, “sırtına yelek al, üÅŸüteceksin yine” diyen kızgın sesinden ama aynı zamanda huysuz ve sevimli suratından yoksun kalacağım. Her bayram sabahında, mızmızlanıp üzeceÄŸimi bile bile, Barış Manço’nun “Bugün bayram erken kalkın çocuklar, üzmeyelim bugün annemizi” ÅŸarkısını bağıra çağıra, neÅŸe içinde söyleyemeyeceÄŸim. BaÅŸbelamla kavga ettiÄŸim anların hayaline dalıp bu denli içten gülümseyemeyeceÄŸim. Biliyorum, anılarım nereye gidersem gideyim benimle gelecekler. Ama hiçbir zaman onları bu kadar gerçekçi, bu kadar derinden hissedemeyeceÄŸim…
Åžu an, bu evde kalacağım zamanları saatlerle ölçerken, anılarıma veda etmeye çalışıyorum beyhude bir çabayla. Karton kolilerle kaplanmış odalarda, dedemi, amcamı, babaannemi, babamı, küçük kardeÅŸimi ve annemin gençliÄŸini arıyorum. Hepsi silinip gitmiÅŸ sanki. Hepsi bu kapının anahtarını son kez çevirdiÄŸimde yok olacaklar gibi…
Anıların üstüne kapatmak bir kapıyı, her ÅŸeyi geride bırakıp meçhule yol olmak, evim, sığınağım dediÄŸin bir yerden uzaklaÅŸmak zor… Her türlü sıkıntıya gebe olan bu ev, benim anılarım… Ait hissettiÄŸin bir evin anahtarını son kez çevirmek, kapıyı çarpıp ardına bakmadan gitmek zor… Her odasında, her köÅŸesinde bir iz barındıran bu evden kopmak zor… Hele de elinde anıları dışında hiçbir ÅŸey kalmamış biri için çok daha zor…
Saatler sonra yeni bir evin kapılarını açacağım. Yüksekten korksam da, belki de o balkona hiç çıkamayacak olsam da, babaannemin ömrünün son yarısında hep hayalini kurduÄŸu balkonlu bir eve taşınacağım. Hiçbir anıyı barındırmayan bomboÅŸ duvarlara anılarımı monte etmeye çalışacağım beyhude bir çabayla. Hiç tanımadığım insanların arasına karışacağım. Ürkek, tedirgin ve huzursuz olacağım. Uzun bir süre bu evdeki huzuru arayacağım. Belki kısa sürede bulacağım, belki de hiç bulamayacağım.
Meçhule uzanan bir yolculuk beni bekliyor, anılarımdan, alışkanlıklarımdan uzakta…
Ve ben, kolay kolay itiraf etmesem de korkuyorum...