Yol

Tıka basa dolu minibüsten dışarıya zor attı kendini. İşe giderken toplu taşıma araçlarını kullanıyorsanız ÅŸayet kibarlığı evde bırakıp yola çıkmanız gerekiyordu. İnsanları ite kaka araçlara kendinizi sığdırmanız ve yine insanları dürterek, ayaklarına basarak araçtan inmeniz gerekiyordu. Ne yapılan duble yollar, ne milyar dolarlara alınan araçlar çözüm olmuyordu koca ÅŸehrin ulaşım sorununa. Alışmıştı artık, alışmam dediÄŸi birçok ÅŸeye alıştığı gibi. Minibüsler uzmanlık alanıydı onun. Kaç dakikada nerde olmalılar, neden birden bire hızlandılar, yol açıkken niye emekleye emekleye hareket ediyorlar, hangi durakta ne kadar bekliyorlar ya da dakikaları geçtiÄŸi halde neden hala duruyorlar? Hepsinin nedenini biliyordu. Bunların hepsi artık sıradan hayatının sıradanlaÅŸan parçalarından biriydi.

İner inmez havasızlıktan patlayacak gibi olan ciÄŸerlerini kendine getirmek için derin bir nefes çekti içine. Temiz hava! dedi, soluduÄŸu havanın temiz olmadığını bile bile. Korna sesiyle ayakları yerden kesildi. Müsait yeri yolun ortası olarak algılayan minibüs ÅŸoförüne bir küfür savurdu içinden. Hiç bakmamıştı nerede indiÄŸine. O arada dönüÅŸ yapan araç ÅŸoförünün kornayı canhıraÅŸ bağırtmasına ÅŸaÅŸmamak gerekirdi. SaÄŸ elini özür dilemek için hafifçe havaya kaldırırken, sol elinin iÅŸaret parmağıyla minibüsü gösterdi, suç onun dercesine. Aracın geçmesini bekledikten sonra “lütfen bekleyiniz” diye söylenen trafik ışıklarının yanında aldı soluÄŸu. İşe yarayıp yaramadığını bilmese de, her yeni gelenin bir kere parmağını dokundurduÄŸu, hatta bazılarının tüm parmaklarını denedikleri düÄŸmeye dokunup beklemeye baÅŸladı. Hala arka fonda “lütfen bekleyiniz” sesi yankılanıyordu. Işığın yeÅŸile dönmesiyle eÅŸ zamanlı olarak deÄŸiÅŸen tek düze sesin emriyle hareket etti: “Åžimdi karşıya geçebilirsiniz.”

Yürümesi gereken on dakikalık yolu vardı. Her gün ne kadar hızlı yürümeye çalışsa da on dakikanın altına indiremiyordu süreyi. Sözde her sabah yarışıyordu kendiyle, sonuç hep hüsranla sonuçlanıyordu. Yürümekten oldum olası nefret ederdi. Ama bu yoldan daha çok nefret ediyordu. Bitmek bilmeyen yokuÅŸ henüz büroya varmadan tüm enerjisini alıyor, yolun yarısında nefessiz kalmasına yetiyordu. ÇekebildiÄŸi en büyük nefesi çekip içine, bedenini öne doÄŸru büküp yokuÅŸu tırmanmaya baÅŸladı. Sakindi yol. Sıcacık poÄŸaça kokusu geliyordu bilmediÄŸi bir yerlerden. Her sabah sağına soluna bakıp nereden geldiÄŸini anlamaya çalışıp kaynağını bulamadığı bir koku. Onu da çekti içine. Evinde gibi hissetti kendini. Sımsıcak bir duyguya kapıldı. O arada farkında olmadan yüzüne yerleÅŸen tebessümü elleriyle kapatarak sakladı. Yolda iki büklüm, nefes nefese ve yüzündeki garip tebessümle yürüyen birine saÄŸlıklı gözle bakmazlardı herhâlde. Bıkmamış mıydı artık kim ne düÅŸünecek, kim ne diyecek diye hareket etmekten? Bıkmıştı…

Dudaklarının kenarına öncekinden daha büyük bir tebessüm kondururken, elini “amaaaan boÅŸver” dercesine salladı. Özgür olmak istiyordu o, nerede olursa olsun içinden geldiÄŸinde ağız dolusu gülmek, gerektiÄŸinde kahkahalara boÄŸulmak istiyordu. İnsanın gülmesi için illa da yanında birilerinin olması gerekmiyordu ki. En yakın dostu düÅŸünceleriydi onun. Onlarla da gülebilirdi. “Kendi kendine gülene deli derler” sözünü kesin gülmeyi bilmeyen birileri atmıştı ortaya. DiÄŸerleri de sorgusuz sualsiz kabullenmiÅŸ, dillere pelesenk olmuÅŸtu. Hep bu deli saçmalarının sonucuydu insanları kısıtlayan. Çok basit gibi görünse de yavaÅŸ yavaÅŸ, fark ettirmeden özgürlüÄŸünü alıyorlardı elinden. Gülecekti o! Gülmesi için birilerinin varlığına ihtiyacı yoktu. DüÅŸünecekti ve gerektiÄŸi yerde gülecekti korkusuz.

Bugün farklı hissediyordu kendini. Bir ÅŸiir vardı, kime ait olduÄŸunu bilmediÄŸi;

“gökyüzü daha bir mavi bugün, bulutlar daha beyaz, güneÅŸ daha sarı”

Kafasını hafifçe kaldırıp gökyüzüne baktı, maviydi, umut mavisi…

Yine gülümsedi. Ardından çevresine baktı. Gelip geçen insanlara. Herkesin acelesi vardı, yetiÅŸmesi gereken yerleri, yapılması gereken iÅŸleri. Ve hepsi mutsuz görünüyordu. Oysa ki ne güzeldi nefes alabilmek. Masmavi gökyüzüne bakıp yaÅŸadığını hissedebilmek. CiÄŸerlerine yaÅŸamı çekebilmek, inadına gülümseyebilmek ne güzeldi. Hepsini teker teker dürtüp “Hayat güzel” demek istiyordu. “Gülümseyin!” diye bağırmak istiyordu avazı yettiÄŸince.

“Delisin sen” dedi içindeki ses. “Ayrıca dengesizsin, çok deÄŸil bir saat sonra o beÄŸenmediÄŸin insanlar gibi olacaksın, kendini kandırma boÅŸuna.”

Susturdu onu. İnsanlar mutlu olsun istiyordu, gülsünler, eÄŸlensinler, acı çekmesinler. Mutlu olan insanların iyi olacağına inanıyordu bugün! Evet sadece bugün, belki de sadece bu an. Olsun bir günlüÄŸüne, bir saatliÄŸine de olsa inanmak, içindeki umuda sımsıkı sarılmak istiyordu.

Farkında olmadan onu nefessiz bırakan yokuÅŸ bitmiÅŸ, “son düzlük” olarak tanımladığı yere gelmiÅŸti. YokuÅŸ bile yormamıştı onu bugün. Oysa ki evden çıkarken ne kadar yorgun hissediyordu kendini. Yine güldü kendine. “Dengesizsin gerçekten de” dedi, kaldırımın kenarında açan kıpkırmızı bir gelinciÄŸe gözü takılırken. EÄŸildi, seyretti bir süre birkaç yabani otun arasından onu selamlayan gelinciÄŸi. Yapraklarını okÅŸadı incitmekten korkarcasına, hafif dokunuÅŸlarla. “Hayata tutunmak zor, sen baÅŸarmışsın, sakın pes etme” diyerek ayrıldı yanından başını dimdik ayakta tutan çiçeÄŸin. Yol boyu bir kaç sokak köpeÄŸine rastladı. Onlara da selam verdi, yanaÅŸanların kafalarını okÅŸadı.

Yolun sonuna geldiÄŸinde, demir kapının sürgüsünü hafifçe aralayarak girdi çalıştığı yerin bahçesine. Saatine baktı. Erken gelmiÅŸti. Dört duvar arasına kendini kapatmak için daha zamanı vardı. Bahçedeki kamelyaya oturdu. Çam aÄŸaçlarının çevrelediÄŸi bahçeye göz gezdirdi. Açan güllerin rengarenkliÄŸine bıraktı yüreÄŸini. YeÅŸermeye baÅŸlamış çimler neÅŸeyle gökyüzünde parıldayan güneÅŸi selamlıyorlardı. O da göz kırptı güneÅŸe, ardından kamaÅŸan gözlerini kapattı. Daldan dala zıplayan serçelerin sesine bıraktı kendini. Huzuru çekti içine. DoÄŸanın güzelliÄŸinde, saflığında kayboldu. 

Buket Özsanat
1 Temmuz 2017 Cumartesi
954 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?