Ürkütücü bir sessizliÄŸin, cansız bir bedendeki durgunluÄŸun kâbus dolu karanlığında can çekiÅŸiyordu...
YüreÄŸinin baÅŸkaldırışlarına, sevgisinin var etme çabalarıyla bütünleÅŸen haykırışlarına aldırmadan, görmeden umut ışığını, beklemeden güneÅŸin göÄŸe kavuÅŸmasını ve henüz yakalayamadan hayatının anlamını, daha bindiÄŸi otobüsün ilk durağında, yenilgiyi en baÅŸtan kabullenen korkak bir savaÅŸçı edasıyla uzatıp ellerini düÄŸmeye, benliÄŸini kasıp kavuracak, içindeki o son teli de kopartacak yeni bir yolculuÄŸa atıyordu titrek adımlarını...
Bir...
Ä°ki...
Üç…
...
Attığı her adımda sona biraz daha yaklaştığını biliyordu. Birbiriyle bağdaşmayan, kopuk, anlamsız kelimeler dans ediyordu beyninde...
Hiç bu kadar içinde olmamıştı yaÅŸamın...
Hiç bu kadar hissetmemiÅŸti ölümün soÄŸuk nefesini teninde...
Ve hiç bu kadar dik, hiç bu kadar kendinden emin adımlarla yürümemiÅŸti hiç bir yolda...
Ömründe belki ilk ama kesinlikle son defa tattığı coÅŸkulu bir enerji kaplıyordu bedenini;
“CESARET”
Yüzüne yerleÅŸen buruk tebessümünün eÅŸliÄŸinde, tanımaya ve tanımlamaya çalışıyordu bu yepyeni duyguyu ve bir yandan da yıllardır belleÄŸine yerleÅŸen bütün soruları silip atmak, bütün kelimeleri unutmak istiyordu...
Biliyordu ki; bir an dönüp baksa ardına, bir an dalsa geçmiÅŸ günlere, yine eski kimliÄŸine bürünecek, adımları yine titrekleÅŸecek ve eskisinden çok daha güçsüz, çok daha yenik hissedip ağırlaÅŸan bedenini, yığılıp kalacaktı olduÄŸu yere...
Durduramadı düÅŸüncelerinin akışını...
Ä°çini bahar bahçeleriyle süslediÄŸi günlere daldı. Ne çok hayali, ne çok umudu vardı yıkılmaz dediÄŸi.
Acıların yaÄŸmuruna tutulduÄŸunda, Polyanna’dan ÅŸemsiye yapıp gölgesine sığınırdı korunmak için, sorunlar yumağında boÄŸulsa dahi dudaklarından yayılan bir tutam tebessümü akıtarak canlandırırdı yüreÄŸini...
YeÅŸile, maviye, sarıya tapardı... Bir tek siyahı sevmezdi, bir tek siyaha yer vermezdi renk kartelâsında...
YaÅŸam onun için hiç tamamlanmayacak devasa bir puzzle idi. Her gün bitiminde yeni bir parçayı keÅŸfedip yerine oturtmanın mutluluÄŸuyla rengârenk rüyalara dalarken, daha doldurması gereken birçok boÅŸluk olduÄŸu düÅŸüncesi, yaÅŸamla onun arasında hiç devrilmeyeceÄŸini düÅŸündüÄŸü bir köprü kurardı.
Zaten o gün....
Üstüne titrediÄŸi puzzle’ına yeni bir parça yerleÅŸtiremediÄŸi o kabus dolu gün baÅŸlamamış mıydı her ÅŸey?
İnancını tazelediği keşiflerinin yerini alan o koyu karanlığı farkettiğinde ve son bir umuda sarılmak adına Polyannasına koşup onu bıraktığı yerde bulamamanın acı veren yıkılmışlığında yitirmemiş miydi benliğini ?...
Hep aynı sorular yankılanıyordu kafasında;
Kim çalmıştı Polyannasını ?
Kapıyı siyaha kim açmıştı?
Dudaklarından damlayan tebessümlerini hangi rüzgâr alıp götürmüÅŸtü?
Ve her ÅŸeyin ötesinde nasıl bu kadar yapayalnız, nasıl bu kadar dışında kalabilmiÅŸti yaÅŸamın?
Bir an duraksadı...
Uzun süredir boÅŸlukta gezinen buÄŸulu gözlerini kaldırıp çevreyi izledi bir süre.
Cevap aradı...
Bulamadı...
Evet, dönüÅŸü yoktu artık, geri dönmeyecekti. Onu baÄŸlayan hiçbir ÅŸey kalmamıştı geride. Dönse, belki bugün deÄŸil ama yavaÅŸ yavaÅŸ, içinde kalan bir parça güveni de kaybederek, baÅŸkalarının ellerinde can verecekti.
Bu düÅŸünce cesaretini perçinledi...
“Hayat varoluÅŸla yokoluÅŸ arasında çizilen ince düz bir çizgiden ibaret deÄŸildir, engebeli yolların iniÅŸ çıkışları arasında kalan boÅŸluklarda, yaraları sarıp, inatla yola devam etme mücadelesidir.”
dediÄŸi günleri son bir kez andı.
Ve yeniden boÅŸluÄŸa dikti gözlerini, hızlandırdığı adımlarıyla kendisini çağıran o simsiyah buluta yol aldı...
Buket Özsanat