Zeynebim... Sen Yüreğimin Zedelenmeyen Yanısın

TelaÅŸlı, ürkek, korku dolu ve bir o kadar da mutlu bakışlarla etrafı seyrediyordum. Henüz altı yaşında bile deÄŸildim, bir elim annemin avuçları içinde uslu uslu otururken, diÄŸer elim küçücük bedenime giydirilen yepyeni, pırıl pırıl siyah önlüÄŸümü çekiÅŸtirmekle uÄŸraşıyordu... Ortalık cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle dolup taÅŸmıştı. Benim gibiler, benden büyükler...

En küçükleri ben miydim acaba ? 
Evet, evet en küçükleri bendim.

“Yaşı küçük, kendi küçük, biz bunu okula alamayız” diye direten okul müdürünün, ısrarlarımıza dayanamayıp, çeÅŸitli sınavlardan geçirdikten sonra okula giriÅŸ iznimi vermesi doÄŸrulamıyor muydu bunu...

Okumayı yazmayı, dedemin yaptığı el oyması vitrinimize yapışık duran oniki kiÅŸilik yemek masamızın üstünde, belirli günlerde evimize misafir olup, televizyonun içinden bana gülümseyerek ders anlatan kısa saçlı, gözlüklü öÄŸretmenimi hiç gözümü kırpmadan dinlediÄŸim günlerde öÄŸrenmiÅŸtim.

Bir yandan bunları düÅŸünüp, bir yandan da son bir umutla okul bahçesinde benden daha küçük birilerinin olup olmadığını kontrol etmeye çalışırken, annemin ayrılma vaktini bildiren sesiyle irkildim.

Zaman dolmuÅŸtu. 
Ayrılma anı gelip çattığında ortaya çıkan manzara görülmeye deÄŸerdi. Bağıra çağıra aÄŸlayanlar, annelerinin ya da babalarının ellerine yapışıp bırakmayanlar, omuz silkenler, gülenler ve benim gibi sessiz sedasız ağır adımlarla merdivenleri çıkanlar... 
Tam bir cümbüÅŸ yaÅŸandı sınıflara dağılana dek... 
Sınıfa girdiÄŸimde öncelikle boÅŸ bir sıra bulup çantamı yerleÅŸtirdikten sonra diÄŸer öÄŸrencileri taklit ederek montumu asmak için askılığa yöneldiÄŸimde ilk kâbusumu yaÅŸadım.

Birinci deneme; ıska... 
İkinci deneme; yok, yine olmadı... 
Oflaya puflaya bir üçüncüsü...

Hoplaya zıplaya dördüncüsü, beÅŸincisi, altıncısı derken, arkamdan yükselen gülüÅŸmelerle kendime geldim. Hemen bitiÅŸiÄŸimde ki sırada oturan üç kızın mont asma denemelerimi baÅŸtan beridir izleyip, benimle dalga geçtiklerini görünce, uÄŸraÅŸlarımı bir yana bırakıp, bir iki saniyelik sessizlikten sonra ellerimi belime, kızgınlığımı yüzüme yerleÅŸtirip sarf ettiÄŸim sözler, gülüÅŸmelerin son bulmasını saÄŸladı;

“Ne gülüyorsunuz, boyum yetmiyor iÅŸte, güleceÄŸinize yardım etsenize!” 
İçlerinden bir tanesi, uzun boylu (bana göre) ve zayıf olanı, ağır hareketlerle yanıma gelip, asmayı bir türlü beceremediÄŸim montumu, çevik bir el hareketiyle askıda ki yerine yerleÅŸtiriverdi… 
... 
Otuz iki yıl geçti üstünden, acılı, sevinçli, çalkantılı, duraÄŸan otuz iki yıl. Oysa dün gibi hatırlıyorum montumu askıdaki yerine yerleÅŸtiren ellerinin, farkında olmadan yüreÄŸini yüreÄŸime bırakışını ve ÅŸimdi çok daha iyi anlıyorum, her paragrafında sana rastladığım anılarımın sayfalarını birer birer gezinirken, içime yerleÅŸen sevginin sıcaklığını...

Sen diye baÅŸlayan cümleler kurmak istemedim hiçbir zaman, bana göre hep biz olmalıydık, tüm cümlelerimiz çoÄŸullaÅŸmalı ve sadece bizimle anlam bulmalıydı ama ilk ve belki de son kez senle baÅŸlatacağım cümlelerimi, seni anlatacağım...

Sen, hiçbir zaman aynı sırayı paylaÅŸamadığım ama yıllarca hayatımı paylaÅŸtığım sığınağımsın...

Sen, annenin bağırışlarına, babaannemin kızmalarına aldırmadan, gündüz görüÅŸmelerimizin ardından geceye çöken sessizliÄŸimde, ahizenin diÄŸer ucunda ki sırdaşımsın...

Sen, soÄŸuk algınlıklarımın bitiminde baÅŸlayan öksürük nöbetlerimde, çocukça düÅŸüncelere kapılıp, öleceÄŸimi düÅŸünüp aÄŸlayanım, farklı çevrelere takıldığım, yeni arkadaÅŸlar edindiÄŸim dönemlerde, seni unuttuÄŸumu sanıp kıskananımsın...

Sen, çağırdığın zaman gelemediÄŸimde ya da gelmek istediÄŸini söylediÄŸin anlarda “müsait deÄŸilim, gelme” dediÄŸimde, bunu gurur meselesi yapıp, istenmediÄŸini düÅŸünüp alınmayanımsın...

Sen iki küçük kızının kimseye sarılmadıkları, kimseye gitmedikleri o en hırçın zamanlarında, bana gelmelerini saÄŸlayan sevgilerinden dolayı, aramızdaki bağın onları da etkilediÄŸini düÅŸünüp mutluluk duyanımsın...

Sen hayatımızda ki tesadüfleri, rastlantısal olayları kurgulayıp, hepsinden farklı anlamlar çıkartıp, bunların bizi birleÅŸtiren ve hiç sökülmeyecek olan o büyük ağın parçaları olduÄŸunu ileri sürerek ne kadar çok birbirimize benziyoruz diyen diÄŸer yarımsın...

Sen, hatalarıma kızıp, yaptıklarımı eleÅŸtirip, düÅŸüncelerimi kendi kıstaslarına uydurmaya çalışıp yargılamayanım, beni ben olarak anlayanımsın...

Sen, en çılgın anlarımda beni kendime getiren, intikamcı ruhumu çökerten duygusal durağım, eksiksiz, takıntısız, saklantısız tüm duygularımı bir çırpıda hiç tereddüt etmeden anlatabildiÄŸim dert ortağımsın...

Sen ifade etmekte ve tanımlamakta zorluk çektiÄŸim yaÅŸamımın kopmayan tek parçası, bir çok sevgiyi içinde barındıran kırılgan yüreÄŸimin zedelenmeyen yanısın... 
Sen anılarımsın, yarınlarımsın...

Sen arkadaşım, dostum, can yoldaşımsın... 
İyi ki varsın...

Buket Özsanat
2 Haziran 2017 Cuma
1189 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?