
2006 yılının bahar sonunda çalıştığım yerin bahçesinde devasa bir Rottweiler dolaşıyordu. Bahçeye koÅŸtum görür görmez ancak henüz köpek korkumdan tam anlamıyla kurtulamadığım için yanaÅŸamadım bir türlü. Zaten öylesine yapılıydı ki içimizden bir kiÅŸi dışında kimse yanına yaklaÅŸamadı. Boynunda tasması vardı, belli ki sahipliydi. KaybolduÄŸunu düÅŸündük ve sahibi bulunana kadar bakmaya karar verdik bahçede. İki hafta bizimle kaldı koca kafa. Cüssesinin tersine tam bir çocuktu. Oyuncu, sevgi dolu, masum. Sevgisini ve heyecanını göstermek için iki ayağını kaldırıp, üstüne atlarken bir arkadaşımızı aracın üzerine devirmiÅŸti. İki hafta sonunda sahipleri geldi. Çok yakınımızdaki bir tamirhanede bakıyorlarmış ona ve eÅŸi olan kurt köpeÄŸine. Bizim ufaklık da dolaşırken kaybolmuÅŸ muhtemelen. Biz de alıkoyunca evini bulma ÅŸansı hiç kalmamış. İşi ÅŸakaya vurup, vermek istemeyen tavırlar sergiledik. “Biz ona çok alıştık çok sevdik veremeyiz” dedik. Oysaki öyle bir ÅŸansımız yoktu, çünkü sahiplerini gördüÄŸündeki tavırlarından anlaşılıyordu ufaklığın ne kadar mutlu olduÄŸu. Gelenlerden biri çok yakında yavrularının olacağını, kurt köpeklerinin hamile olduÄŸunu söyledi. Sütten kesildiÄŸinde birini bize sahiplendirebileceklerini de ekledi. Üç ay sonra haber geldi. Gelip yavrulardan birini alabilirdik. Hemen gittik tamirhaneye. Kimi babası gibi siyah, kimi annesi gibi sarı, tombik tombik yavrular bizi bekliyordu. Aralarından seçim yapmak çok zor olsa da bahçede, açık alanda bakılacağından diÅŸi olmasından ziyade erkek olmasını tercih ettiÄŸimiz için sarı olanlardan birini aldık. Büroya getirip yere bıraktığımızda annesini ve kardeÅŸlerini aradı yeni konuÄŸumuz. Biraz aÄŸladı, biraz mızmızlandı ama ortama çok çabuk adapte oldu. Aşıları tamamlanıncaya kadar bahçeye çıkarmamaya ve içerde bakmaya karar verdik herhangi bir hastalık kapmasın diye. O küçücük haliyle eriÅŸebildiÄŸi tek yer ayaklarımız olduÄŸu için oyun oynamak adına sürekli ayakkabılarımızı kemirir, ayak bileklerimizi diÅŸler, sevgisini belli etmek için de açık ayakkabı giydiÄŸimde ayak parmaklarımı yalardı. Hala vazgeçmedi o alışkanlığından.
Birkaç hafta isimsiz gezdi ortalıklarda bizim ufaklık. Karar veremediÄŸimiz için yakın dönemlerde bir dizide duyduÄŸumuz ismi verdik ona; Cango.
Çok zor kabullendirdik onu çalıştığımız yere. Günah diyenler de oldu, burada hiçbir ÅŸey yenilip içilmez diyenler de. Korkanlar da oldu elbette. Görünce yolunu deÄŸiÅŸtirenler, kaçıp bağıranlar…
Cango büyüdükçe güzelleÅŸti, babasından aldığı vücut yapısı, annesinden aldığı tüyleriyle herkesin hayran hayran baktığı bir köpek halini aldı. Kış aylarında boynunun etrafındaki tüyler öyle kabarırdı ki, aslan yelesini andırırdı adeta. GörünüÅŸü dışında da gıpta edilecek bir köpekti Cango. Öylesine uslu, öylesine akıllı ve öylesine çabuk uyum saÄŸlıyordu ki bulunduÄŸu yere, eÄŸitime hiç ihtiyaç duymadı. Oysaki büyük ırk bir köpek olması dolayısıyla çekincelerimiz vardı bizim. Sürekli insanların gelip gittiÄŸi bir ortamda birine zarar verebilmesinden, hırçın olmasından korkuyorduk. Korktuklarımızın hiç biri başımıza gelmedi.
Cango sevgi doluydu. Sadece insanlara karşı deÄŸil, bahçedeki kedilere, serçelere, kumrulara, etrafta dolaÅŸan diÄŸer köpeklere karşıda aynı yaklaşımını sergiliyordu. ArkadaÅŸ oluyordu tüm köpeklerle. Onları peÅŸine takıp bahçeye geliyor, onlarla yemeÄŸini, suyunu, kulübesini paylaşıyordu. Bir sabah deli gibi yaÄŸmur yaÄŸarken koÅŸarak bahçeye girdiÄŸimde onu sırılsıklam bir halde bir aÄŸacın altında yaÄŸmurdan korunmaya çalışırken bulmuÅŸtum. Kulübesine baktığımda, birkaç aydır birlikte dolaÅŸtığı bizim “kara” dediÄŸimiz arkadaşını gördüm kulübede. Evini ona vermiÅŸ, kendi yaÄŸmurun altında kalmıştı. Bu köpeklerde olan grup lideri seçme ya da bir grubun üyesi olma gibi bir duygudan deÄŸil, sadece Cango’nun içindeki sevgiden kaynaklanıyordu. Çünkü o gerek cüssesiyle, gerek yapısıyla bir çok köpeÄŸe karşı koyacak, onları kendi hiyerarÅŸik yapıları içerisinde alt edecek bir güce sahipti. Ama o, tehlikede olduÄŸunu hissettiÄŸi durumlar haricinde, gücünü deÄŸil, sevgisini ve anlayışını kullanmayı tercih etti. Cango’nun içindeki sevgiyi anlamaya benim “insan” yüreÄŸim yetmedi hiçbir zaman. Ben bencil olabiliyorken, o hep paylaşımdan yana oldu.
Arada bir iÅŸ yerine uÄŸrayanlar kelle paçacıdan kalan artıkları getirirlerdi. Bayılırdı onlara. Yine artıkların geldiÄŸi bir gündü. Kara ile Cango bahçede çimenlerin üzerinde birlikte yatıyorlardı. Et kokusunu alır almaz yanıma koÅŸtular. Cango sürekli önce Kara’nın yemek yemesini beklediÄŸinden ve çoÄŸu zaman aç kaldığından Kara’yı uzaklaÅŸtırdım oradan. DüÅŸüncem önce Cango’ya yemek verip, ardından uzak bir mesafede Kara’yı doyurmaktı. Üç dört metre ötede bir yere gitti Kara ve heyecanlı bakışlarla beklemeye baÅŸladı. Ben Cango’nun önüne poÅŸettekilerin bir kısmını bıraktım. İştahla saldırmasını bekliyordum yemeÄŸe. Ancak onun yaptığı ilk ÅŸey aÄŸzına bir kemik alıp, Kara’ya götürmek oldu. Çok büyük bir ders vermiÅŸti bana. Utanmamı ve onu daha çok sevmemi saÄŸlayan bir ders.
Yıllar boyu bu tavrından hiç ödün vermedi Cango. Herkesi sevdi. Herkese sevgiyle yaklaÅŸtı. Bir keresinde de karnı burnunda hamile bir köpek bulup getirmiÅŸti. Köpek bizim bahçede doÄŸurunca on iki yavruya bakmak da bize kalmıştı. Bizimki onları da doyuruyordu bir baba edasıyla. Onlarla oynuyor, onları koruyup kolluyordu. Hep merhametli hep candandı. Bu yüzden de, kimseye zarar vermediÄŸi, herkese güvendiÄŸi için iki kere kaçırıldı. Bir mal gibi çalındı bahçeden.
İlkinde henüz altı aylıktı. Bir sabah geldiÄŸimizde onu yerinde bulamadık. Aramadığımız yer kalmadı. İnternete ilanlar verdim, yollara fotoÄŸraflarını yapıştırdım, sokak sokak aradım, bulamadım. Beylikdüzü’nden, Eyüp’ten, Esenler’den, BayrampaÅŸa’dan, Büyükçekmece’den ihbarlar geliyordu. Hepsine gittim, söylenen yerlerde sabahtan akÅŸama kadar dolaÅŸtım. Yoktu, gitmiÅŸti Cango. Altı ay boyunca göremedim onu. Bir sabah çalıştığımız yerin bekçisi getirdi Cango’yu. Yukarlarda dolaşırken buldum dedi. Beni görünce yere yatmasına, aÄŸlamaya, haykırırcasına garip sesler çıkarmaya baÅŸlamasına raÄŸmen gördüÄŸüm karşısında emin olamadım. Kulakları düÅŸmüÅŸ, zayıflamış, suratı deÄŸiÅŸmiÅŸ bir köpekti karşımdaki. Benim Cango’ma hiç benzemiyordu. Belki de içimden bir ses Cango bu demesine raÄŸmen, inanmak istemedim onun Cango olduÄŸuna. Çünkü hep acı çekmediÄŸini, mutlu olduÄŸunu düÅŸünmeye çalışıp, kayıp olduÄŸu günler boyunca böyle teselli etmiÅŸtim kendimi. Emin olmamın, kendimi inandırmanın tek bir yolu vardı. Sadece Cango’nun bildiÄŸi ve sadece onun yapacağı bir ÅŸey. “Susadın mı oÄŸlum?” dememle birlikte, anında fırladı ayaÄŸa, aylarca bu anı bekliyormuÅŸçasına koÅŸar adımlarla lavaboya giderek ayaklarını kaldırıp kafasını musluÄŸa dayadı. Åžüphe yoktu, Cango’mdu o benim. Güzel gözlü oÄŸlum geri gelmiÅŸti.
O günden sonra Cango demir bir tasma ve asma kilit sahibi oldu. Bir daha kaçırılma ihtimaline karşılık her akÅŸam tasmasından asma kilitle baÄŸlandı zincirine. Ancak sadece akÅŸamları ve hafta sonları baÄŸlı kalıyordu Cango. Onun dışındaki zamanlarda özgürdü. İsterse içeri girip bizimle oturuyor, isterse bahçede dolaşıyor, isterse çimenlerde uzanıyordu. Kısıtlı deÄŸildi. Ne isterse onu yapıyordu. İlk kaçırılmasından birkaç yıl sonra yeniden kaçırıldı Cango. Hem de iki küçük çocuk tarafından. Hala o çocukların o koca köpeÄŸi tasmasız Osmaniye’den Bahçelievler’e kadar nasıl götürdüÄŸüne anlam veremem. Çocuklarla gittiÄŸini duyunca döner çok uzaklaÅŸmaz diye düÅŸündük ama ne o gün ne de diÄŸer gün dönmedi Cango. Aramaya baÅŸlayacaktık ki, çocuklardan biri arkadaşının kendisini kazıkladığını düÅŸünerek onu ele vermek için yanımıza geldi. Bizi Bahçelievlerdeki bir bakkal dükkanına götürdü. Bakkalın sahibi esnaf, oÄŸlunun ve arkadaşının bir önceki gün bir köpekle geldiklerini doÄŸruladı. Yolda bulduk demiÅŸler adama. Adam da ben gıda ürünü satıyorum burada köpek besleyemem demiÅŸ ancak bakacak birini bulana kadar kalmasına da müsaade etmiÅŸ. Çok sürmemiÅŸ birilerinin Cango’ya talip olması. Su dağıtıcıları görüp almışlar Cango’yu. Kemerburgazdaki fabrikada birçok sokak köpeÄŸine bakıyorlarmış zaten. Ve Cango onlarla birlikte Kemerburgaza doÄŸru yola çıkmış. Aracımıza atlayıp doÄŸru Kemerburgaza gittik. Ama orada da bulamadık oÄŸlumu. Oradakilerde su almaya gelen bir müÅŸterilerine vermiÅŸler Cango’yu. Görüp çok beÄŸenmiÅŸ adam ve alıp götürmüÅŸ. Yeni bir adres, yeni bir umut…
Yola çıkıp Alibeyköyde bulunan adrese gittik hemen. Adamı bulduk ama Cango yok. KöpeÄŸi çok beÄŸendiÄŸini, aracına bindirip getirdiÄŸini, ancak yolda vazgeçip mezarlıkların orda bir yerde bıraktığını, aslında çok da akıllı bir köpek olduÄŸunu söyledi bize piÅŸkin piÅŸkin. Herif düpedüz, göz göre göre yalan söylüyordu. Birkaç gün boyunca gidip geldik adamın dükkanına, etrafı kolaçan ettik, çevreyi aradık ancak bir sonuca ulaÅŸamadık. En sonunda biraz güzellik(!), biraz tehditle Cango’yu bize geri vermesini saÄŸladık. İkinci kez kavuÅŸmuÅŸtum oÄŸluma. Araçta eve dönene kadar otuz beÅŸ kiloluk cüssesiyle kucağımda yolculuk yapmıştı. Bunları neden yaÅŸadığını anlamıyordu muhtemelen ama benimle olduÄŸu için mutlu ve güvende hissediyordu kendini.
Çok ÅŸey geçti başından, altı ay kayıp olduÄŸu dönemde sokaklarda yaÅŸadı, belediyenin eline geçti, kısırlaÅŸtırıldı, muhtemelen aç kaldı, tekmelendi, itilip kakıldı… Ancak o içindeki sevgiyi ve güveni hiç kaybetmedi. Birlikte geçirdiÄŸimiz on iki yıl boyunca çok nadirdir Cango’nun havladığını gördüÄŸüm zamanlar. O yıllarca sesini deÄŸil, hareketlerini kullandı bir ÅŸeyleri anlatmak için. Mesela dışarı çıkmak istiyorsa usulca yanıma sokulup dirseÄŸimi yalardı bir kere. Ben onu farketmezsem ya da farketmemiÅŸ gibi yapsam da, sessizce kapının önüne gidip orada beklerdi. Onun dışarı çıkmak istediÄŸini anlamamızı beklerdi sabırla. Yavruyken de hiç yormadı beni Cango. Aynı evi paylaÅŸtığım Zeytin’e tuvalet eÄŸitimi vermem aylar almışken ve bu süreçte evin her yanını kirletmiÅŸken, Cango sadece bir kere, ilk geldiÄŸinde yaptı içeriye tuvaletini ve ben sadece bir kere gösterdim nereye yapması gerektiÄŸini. Girmemesi gereken yerler vardı büroda onun, mutfak gibi, yöneticilerin odaları gibi. Uzun uzun uÄŸraÅŸ vermeme gerek yoktu. Komutların ne anlama geldiÄŸini bilmemesine raÄŸmen bir kere “hayır” ya da “bekle” demek yetiyordu onun için. Tavırlarımdan ses tonumdan anlıyordu ne yapması gerektiÄŸini. Sabırla ve ne zaman geleceÄŸimin heyecanıyla beklerdi mutfağın ya da diÄŸer odaların kapısında. Sevgiyle büyüttük dostluÄŸumuzu ve dostluÄŸumuzla eÄŸittik biz birbirimizi.
Cango ÅŸu an on iki yaşında. Hala her sabah yolumu gözler. Heyecanla koÅŸar bana, sevgi dolu gözleriyle karşılar beni ve her akÅŸam masum suratıyla uÄŸurlar, ardımdan bakar. Gün içinde peÅŸimden hiç ayrılmaz. Ben nereye gidersem arkamdan gelir ve ona yasak olan bir odaya girdiysem ben çıkana kadar kapıda bekler. Bahçede başımda nöbet tutar. Gözleri sürekli bendedir. Herhangi bir ÅŸey dikkatini dağıttığında ben içeri girdiysem, beni bulabilmek için delice koÅŸar ardımdan. Artık yaşı nedeniyle hoplayıp zıplayamasa da, ağırlaÅŸsa da hareketleri o içindeki heyecanı yansıtmanın bir yolunu mutlaka bulur.
Åžimdi hasta Cangom. SaÄŸlıklı gibi görünse de çok hasta. Epilepsi krizleriyle baÅŸlayan bir sürecin sonunda beyninde tümör olduÄŸu ortaya çıktı güzel gözlümün. SaÄŸ gözüne baskı yapan, sol gözüne de yayılan ve belki de felç olmasına neden olacak bir tümör… Alınması gerektiÄŸini söyledi veterinerimizin yönlendirdiÄŸi üniversiteden bir profesör. Ameliyatın riskleri ve Cango’nun yaşı var… Ama umut da var. Ben ÅŸu an o umuda tutunmak istesem de, korku ve endiÅŸe bırakmıyor peÅŸimi. EÄŸer bir terslik olmazsa ameliyat olacak güzel gözlüm. Aklım karmakarışık. BaÅŸka ÅŸeylere odaklanmak da zorlanıyorum. “Ne kadar yaÅŸayacak ki daha” diyenler oluyor. Biliyorum. Her ÅŸeyin farkındayım ben. Ömürlerinin kısalığının, yaÅŸlandıklarının, eninde sonunda kaçınılmaz sonun geleceÄŸinin farkındayım. Ama farkında olmak yetiyor mu kabullenmek için? Bunu bilmek acıyı hafifletebiliyor mu?
Ölüm, hepimiz için kaçınılmaz son.
Ben Cango’mun ölümünden çok çekeceÄŸi acıları düÅŸünüyorum. Ve acı çekmesin istiyorum. O gözlerindeki pırıltıyı kaybetmesin, gülen suratına hüzün çökmesin istiyorum. Özgürce yaÅŸayabilsin ömrü yettiÄŸince. Ve acımasızca gelecek belki ama acı çekerek yaÅŸayacağı bir hayat sürecekse, ameliyat masasında hiçbir ÅŸeyin farkında olmadan ölsün istiyorum. Ölecekse de mutlu ölsün istiyorum. Güzel anılarla, güzel geçirdiÄŸi günlerin heyecanıyla. Böyle bir ÅŸey gerçekleÅŸtiÄŸinde bunları söylediÄŸime piÅŸman olabilirim, sakat kalsaydı da yaÅŸasaydı diyebilirim ama insan bencilliÄŸime yenilmeyeceÄŸim. Sadece ben mutlu olayım diye onun mutsuzluÄŸunu dilemeyeceÄŸim.
Bunlar benim kötü senaryolarım, her ÅŸey çok güzel de olabilir. Ameliyat çok baÅŸarılı geçip, Cango’m saÄŸlığına yeniden kavuÅŸabilir. Böyle bir ihtimalde var. Ve ben o ihtimale sıkı sıkı tutunmak istiyorum ÅŸuan. Bir ÅŸey istediÄŸinde gözlerimin içine masum masum bakışını, teÅŸekkür ederken elimi usul usul yalayışını, korktuÄŸu zaman cüssesine raÄŸmen arkama geçip saklanışını görmek istiyorum. Her sabah yolumu gözlemesini, sevgisiyle günümü güzelleÅŸtirmesini istiyorum. Ama en önemlisi benim için deÄŸil, onun için en iyisi neyse o olsun istiyorum.
03.09.2018
Bugün 22 Ocak 2019’u gösteriyor tarihler.
Bunları yazmamın üzerinden neredeyse beÅŸ ay geçmiÅŸ. Kimi zaman sıkıntılı, kimi zaman korkulu, kimi zaman mutlu, kimi zaman umutlu beÅŸ ay…
12 Eylül’de ameliyat oldu Cango. Dört saat süren bir ameliyattan saÄŸ salim kurtulmayı baÅŸardı ama çok acı çekti. Ameliyattan çıktığında çok kötüydü. Korkuyordu, canı acıyordu, kalkıp gitmek istiyordu yattığı sedyeden. Üç kiÅŸi zor zapt ettik onu hastanede. Ameliyat sonrası tedavisini bulunduÄŸu yerde yaptırmamız mümkün deÄŸildi. Bahçede mikrop kapabilirdi, içerde mobilyalara çarpıp kendisine zarar verebilirdi… Bu nedenle bir hafta veterinere bırakmak zorunda kaldık onu. Ürkekti tavırları onu bırakırken. Çünkü o kaçırıldığı anlar dışında evinden hiç uzak kalmamıştı. Her gün arayıp durumunu sordum ama yanına hiç uÄŸramadım o bir hafta boyunca. Beni görünce evine gideceÄŸini düÅŸünüp heyecan yapmasını, daha çok strese girmesini istemedim. Tedavi süreci bittiÄŸinde onu almaya gittiÄŸimde nasıl davranacağını merak ediyordum. Çünkü ameliyat sonrasında hafıza kayıpları ya da davranış bozuklukları olabileceÄŸini söylemiÅŸti doktor. Onu getirecekleri asansörün tam karşısındaki koltuÄŸa oturup beklemeye baÅŸladım. Zaman durmuÅŸtu sanki, kapı bir türlü açılmıyordu. Bana saatler geçmiÅŸ gibi gelen sürenin sonunda açıldı kapı. Bir anlığına yanıma geldi ama durmadı. Kafasını çevirip gitti. Tanımıyor bizi diye düÅŸünmüÅŸtüm o an. Hatırlamıyor! Oysaki herÅŸeyi hatırlıyordu Cango. Tek derdi eve gitmekti, sadece eve gitmek. Kapıya gidip suratıma baktı, götür beni buradan dercesine. Götürdük. Bahçesine, evine kavuÅŸtu güzel gözlüm. Her ÅŸey iyi gidiyordu. Tümör temizlenmiÅŸti, saÄŸlıklı görünüyordu ve kriz geçirmiyordu artık. Ameliyat sonrası davranışlarında da her hangi bir bozukluk görünmüyordu. Eskisi gibiydi günler. O yaÅŸlı vücuduyla peÅŸimden koÅŸturuyor, bahçede güneÅŸleniyor, saÄŸlıklı! yaÅŸamının tadını çıkarıyordu.
Ta ki dün sabaha kadar.
Dün sabah girdiÄŸi epilepsi krizinden kurtulamadı Cango. Veterinere gidemeden, yolda hayatını kaybetti. Ölürken en çok güvendiÄŸi insan yoktu yanında. Ben yoktum! YetiÅŸirim sandım, yetiÅŸemedim. GittiÄŸimde ölmüÅŸtü güzel gözlüm. Gülen yüzü solmuÅŸtu.
Giderken biliyordum bu krizden kurtulamayacağını. Kurtulsa da beyninde hasar kalacağını biliyordum. Yol boyunca tek bir ümidim vardı. Veterinerin onu krizden çıkarması ve bir anlığına da olsa güzel gözlerine son bir kez bakabilmek, ona hoÅŸça kal diyebilmek. Diyemedim… 13 yıllık yaÅŸamının bir çok anında yanında olan ben, son anında yanında olamadım. KonuÅŸamadım onunla, ona sesimi duyuramadım.
Åžimdi buradan sesleniyorum güzel gözlüme.
Kurtuldun oÄŸlum.
ÇekeceÄŸin acılardan kurtuldun. Veterinere gitme korkundan kurtuldun. İğnelerden, ilaçlardan kurtuldun…
Ama en önemlisi ne biliyor musun?
İnsanlardan kurtuldun.
Günah diyerek sana nefretle bakan gözlerden, dinimizde haramdır diyerek seni istemeyenlerden, sana çöpmüÅŸsün gibi davrananlardan kurtuldun.
Seni deÄŸersiz bir eÅŸya olarak görenlerden kurtuldun. Cana deÄŸil, mala deÄŸer veren insan müsveddelerinden kurtuldun. İçinde bir gram bile sevgi barındırmayan, vicdan yoksunlarından kurtuldun.
“YaÅŸlandı bu artık, barınaÄŸa verelim” diyenlerden, “ne zaman ölecek” diye soranlardan kurtuldun.
Sen kriz geçirirken hiçbir ÅŸey yokmuÅŸ gibi davrananlardan, gülüp eÄŸlenenlerden, ellerinde imkan olduÄŸu halde hiçbir ÅŸey yapmadan ölümünü seyredenlerden kurtuldun.
Senin gözlerindeki güzelliÄŸin, yüreÄŸindeki sevginin farkına varamayan içinde sadece nefreti barındıranlardan kurtuldun.
Kurtuldun oÄŸlum… Bencil, duygusuz, sevgisiz tüm insanlardan kurtuldun.
O çok sevdiÄŸin çam aÄŸaçlarının arasında huzurla uyu.
Buket Özsanat