
Günümüzde akıllı telefonlar sayesinde fotoÄŸraf çekmeyenimiz kalmamıştır. Önemli ya da önemsiz en ufak bir ÅŸeyde her daim elimizde hazır bulunan telefonlarımıza sarılıp basıyoruz tuÅŸlara. Yüzlerce, binlerce fotoÄŸraf çekiyoruz. Çok azını anı olsun diye saklıyor, birçoÄŸunu anlık kullanıp siliyoruz. Sakladıklarımızı ise hafıza kartlarının ya da formatlamak zorunda kaldığımız teknolojik aletlerin azizliÄŸine uÄŸradığımız için kaybediyoruz.
Yaptıklarımızı, yediklerimizi, içtiklerimizi, giydiklerimizi gözler önüne sermeyi seven bireylere dönüÅŸerek, duygudan, samimiyetten yoksun, anlamsız görüntülere imza atıyoruz. DijitalleÅŸtikçe deÄŸersizleÅŸen kareler biriktiriyoruz. Sahtelikler arasında yok olup giderken farkına varmıyoruz; ne yaÅŸadığımız anın, ne etrafımızda olup bitenlerin, ne de tükenen hayatların.
Bunların ötesinde, internet üzerinden ulaÅŸtığımız, üzerine anlamlı bir iki söz yazıp takipçilerimizle paylaÅŸtığımız, çekildiÄŸi anı, ya da kimin çektiÄŸini merak etmediÄŸimiz, o karenin ardındaki derinliÄŸe odaklanmadığımız, aktardığı duyguları hissetmediÄŸimiz, sadece baktığımız ama göremediÄŸimiz bir dolu fotoÄŸrafla dolu sosyal medya hesaplarımız.
FotoÄŸraf kareleri anılarımızın tanıkları, yitip gitmiÅŸ zamanlarımızın hafıza kartları, yaÅŸamdaki güzelliklerin yansımaları olmalıyken, kullan at fotoÄŸraflara gebe bir çağın içindeyiz. Güzellik tanımlamalarımız, anlam arayışlarımız bile deÄŸiÅŸti geçen zaman içinde.
İlk fotoÄŸraf makinemi babam almıştı bana. Çok sevinmiÅŸ ve bir hayli de ÅŸaşırmıştım ekonomik durumumuzun yerlerde olduÄŸu bir dönemde gelen bu hediyeye. O an ki heyecanla ilk filmimi olur olmaz her ÅŸeyi çekerek ve evdekilere çeÅŸitli pozlar verdirerek tüketmiÅŸtim. Sonrası uzun bir bekleyiÅŸ olmuÅŸtu benim için. Bir türlü bastıramamıştım çektiÄŸim fotoÄŸrafları. Nasıl çıktılar, neye benziyorlar diye içim içimi yemiÅŸti. Dolayısıyla, filmsiz boÅŸ makinemde bir kenarda boynu bükük kalmıştı. FotoÄŸrafları bastırabildiÄŸimde teker teker inceleyip gülüp eÄŸlenmiÅŸtim. Yerine yenileri geldikçe dolapta bir albümün içinde sararmaya bırakılmıştı onlar. Unutulup gitmiÅŸlerdi…
O zamanlar çocuk sayılacak yaÅŸtaydım ve kayıplarım çoÄŸalmamıştı henüz. Yıllar sonra anladım o anların ve çektiÄŸim fotoÄŸrafların deÄŸerini. YaÅŸamımdan yitip gidenler arttıkça ve anılara tutunma ihtiyacım çoÄŸaldıkça kıymetlilerim oldu o fotoÄŸraflar. Hala dururlar albümümde, seyre daldığımda o fotoÄŸrafları zihnimin derinliklerine saklanan anılar birer birer gün yüzüne çıkıp, buruk bir tebessüm kondururlar dudaklarıma.
Benimkiler amatörce fotoÄŸraflardı elbette. Ne sanatsal bir yanları vardı, ne de anlamlı derinlikleri. Yine de, günümüzde akıllı telefonumla çektiÄŸim fotoÄŸraflardan daha önemli ve daha özeldiler.
Bizler fotoÄŸrafları sadece paylaÅŸmak, sadece saklamak, yada sadece çekmiÅŸ olmak için çekerken, güzel, çirkin kavramlarının, olur olmaz yerlerde basılan deklanÅŸörlerin, telefon tuÅŸlarının ötesinde, fotoÄŸrafı sanata dönüÅŸtüren, film karelerine anlam yükleyen deÄŸerlerimiz de var.
2018 Nisan’ında Librum Kitap etiketiyle yayınlanan Ekrem Ataer’in kaleme aldığı “ARA ile bir ARA”, böyle bir deÄŸeri; fotoÄŸraf karelerine can veren Ara Güler’i konuk ediyor sayfalarına.
Ekrem Ataer, “Işığın avcısı, siyah ile beyazı harman eden bir adam.” diyor Ara Güler için. Ve kitabının ilk sayfalarında “Işığın Elleri”nde dolaÅŸtırıyor bizi. Sıcak, kırılgan, sihirli ışık hüzmelerini kendine yoldaÅŸ eden “Işık Avcıları”nın can verdiÄŸi “O an”larda ölümsüzlüÄŸün sırrını buluyor. Sonrasında içten, kaygılardan uzak, katıksız tatlı bir sohbet baÅŸlıyor sanatın sözü ile ışığın avcısı arasında.
“ARA ile bir ARA” soru cevap ÅŸeklinde ilerleyen bir röportaj havasından ziyade, Ara Güler’in anılarına yol aldıran, onu sadece foto muhabiri kimliÄŸi ile deÄŸil, sevdası, öfkesi, arayışları, özlemleri, düÅŸünceleri ile tanımamızı saÄŸlayan bir söyleÅŸi niteliÄŸinde.
“Yakaladığımız ÅŸeyin içine bir anlam koyabiliyorsak o zaman fotoÄŸraf olur, yoksa palavradır.” diyen Ara Güler’in, daha çocuk yaÅŸtayken geçen trenin makasa giriÅŸ anını yakalayabilmek için raylara yatıp ölümle burun buruna gelmesini, Ürdün Kralının babasının fotoÄŸrafını çekebilmek için akıl hastanesine yatmasını, Sophia Loren’in özel bir fotoÄŸrafını çekebilmek için çektiÄŸi sıkıntıları, Salvador Dali’yi fotoÄŸraflarken yaÅŸadıklarını, etik bulmadığı için çekmediÄŸi fotoÄŸrafları ve tek bir fotoÄŸraf karesini yakalayabilmek için saatlerce sürdürdüÄŸü bekleyiÅŸlerini, anları dondurabilmek için verdiÄŸi uÄŸraÅŸları ve mücadelelerini onun kendine has üslubundan okuyoruz. “Okuyoruz” yanlış kelime aslında, Ara Güler anlatıyor biz dinliyoruz.
Hepsi birbirinden deÄŸerli yüzlerce fotoÄŸraf karesine imza atan Ara Güler’in, “Ve hala hayatımın fotoÄŸrafını çekemedim! Ve hala o fotoÄŸraf anını ve hala mekanı ve hala ışığı arıyorum.” sözleri, geçmiÅŸe deÄŸil geleceÄŸe bakabilmenin, yapılanlarla yetinmeyip hep daha iyiye ulaÅŸabilmek için çaba sarf etmenin, umudu tüketmeden yaÅŸayabilmenin önemini ve baÅŸarının tesadüf olmadığını doÄŸrular nitelikte.
Doksan yıllık bir yaşamın izleri
Ekrem Ataer, Ara Güler ile yapmış olduÄŸu görüÅŸmelerin metinlerini kağıtlara dökerken, adım adım dolaÅŸmış ülkemin sorunlarının ve insanlarının arasında. Kâh Güler’in kamerasına yansıyan iÅŸçi olmuÅŸ, kâh Selimiye Camiinde kanat çırpan güvercin. Anıların ve ölümsüzleÅŸtirilen o anların büyüsüyle eski İstanbul’un kirletilmemiÅŸ doÄŸasında, yaÄŸmurdan sonraki toprak kokusunu çekmiÅŸ içine, mavinin derinliklerine dalıp, suda oynaÅŸan balıklarla yan yana dolaÅŸmış boÄŸazın serin sularında, özlemle.
Bir yanda Ara Güler’in anılarına, bir yanda bakmak ile görmek arasındaki farkı ayan beyan ortaya koyan ve yaÅŸayan, nefes alan fotoÄŸraf karelerine, diÄŸer yanda ise deÄŸer bilmeyen, önemsemeyen, yaÅŸadığının bile farkına varmayan, mutluluÄŸu kağıt parçalarında arayan, yıkan, yaÄŸmalayan, yok etmeye endekslenmiÅŸ insan suretlerine; kısaca yaÅŸadığımız yüzyıldaki ülkemin gerçeklerine yol almış.
Ekrem Ataer, “O an”ları donduran bir adamın doksan yıllık yaÅŸanmışlıklarının izlerini düÅŸürürken ak kağıtlara, beyaz ve siyah bir kez daha harmanlanmış. Ve bu kez ARA tonlarla dans eden anlar sözün yazıya dönüÅŸmesiyle can bulup, ölümsüzlüÄŸe yelken açmış.
Kelimelerle fotoğraf karelerinin dansı
Kitabı okumaya baÅŸladığımda Ekrem Ataer’in bahsettiÄŸi fotoÄŸrafları merak ettim ve Ara Güler’in fotoÄŸraflarını barındıran Eski İstanbul Anıları kitabını edindim sahaflardan. Yanı başımda kelimelerle fotoÄŸraf kareleri dans ederken, insan suretlerine yayılan hüzne, acıya, mutluluÄŸa, yorgunluÄŸa içim burkularak baktım ve tarihi deÄŸerleri barındıran, gözlerimizin bir daha görmeyeceÄŸi eski İstanbul’u içime çektim.
Ve keÅŸke dedim, keÅŸke betonlara bürünmüÅŸ bir İstanbul’a deÄŸil de, o fotoÄŸraf karelerinde ki İstanbul’a uyanıp nefes alabilseydim…
YaÅŸayan, yaÅŸatan fotoÄŸraf karelerinde, insanı, doÄŸayı, dünyayı anlamlandıran kitaplarda buluÅŸmak dileÄŸiyle, keyifli okumalarınız olsun.
Buket Özsanat