Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood

Ayın Kitabı
Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood

Orijinal adı The Handmaid's Tale olan Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood’un 1985 tarihinde yayınlanan distopik romanı. Ülkemizde Afa Yayınları tarafından 1992’de yayınlanan ve çok az sayıda basıldığı söylenen kitabı bulabilmek oldukça zor.

“Hiçbir şey bir anda değişmez: derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz.”

20. yüzyılın ortalarında Gilead Cumhuriyeti olarak anılan bölgede geçen Damızlık Kızın Öyküsü, yavaş yavaş gerçekleşen, sinyalleri önceden verilen bir kara ütopya.

Her şey başkanın öldürülmesi ve ordunun sıkıyönetim ilan etmesiyle başlıyor. İnsanlar şaşkın, ne yapacağını ya da neler olacağını kestiremez durumdalar. Geçici olduğu söylenerek askıya alınan bir anayasa var. Görünüşte her şey eskisi gibi işliyor. Güvenlik adı altında gazeteler sansürleniyor, bazıları kapatılıyor, barikatlar çıkıyor ortaya. Protesto eden yok, ayaklanmalar yok, insanlar kendi hayatlarının seyircisi olarak sessiz bir bekleyiş içindeler. Ta ki kafalarına balyoz gibi inen değişimin gerçekleştiği o sabaha kadar.

Gerçek adını öğrenemediğimiz anlatıcımız, diğerlerinden farkı olmayan bir güne uyandığını sanıyor. Her zaman uğradığı dükkana sigara almak için giriyor. Çalışan kadının yerinde genç bir erkeğin olduğunu görünce kadının hastalandığını düşünüyor. Ödemeyi yapmak için kartını uzattığında, kartın üzerindeki numaraları giren görevlinin, “Üzgünüm, bu numara geçerli değil” demesinden de şüphelenmiyor. Bankayı arıyor ancak hatların aşırı yüklü olduğunu söyleyen bir bant kaydıyla karşılaşıyor. Bankadan kaynaklı bir sorun olduğunu düşündüğü için çok fazla önemsemiyor bu durumu.  Çalıştığı yere gittiğinde ise işten çıkarıldığını öğreniyor. Nedenini sorduğunda “Yasa böyle” cevabıyla karşılaşıyor ve kabus bu andan sonra başlıyor. Çünkü kadınların çalışamayacağını, servet edinemeyeceğini ve hesaplarındaki tüm paraların eşlerinin kontrolüne geçtiğini söyleyen bir yasa var artık.

Bu yasanın ardından yürüyüşler ve başkaldırışlar ortaya çıkıyor ama hiç biri yeterli değil. Çünkü ülkeye korku hakim. Başkaldıranlara karşı vur emri var. Kimse engel olamıyor yaşananlara çünkü ses çıkarmanın hiçbir işe yaramayacağını düşünenlerin ve susup kaderlerine razı olanların ülkesi bu ülke.

Zamanla, kadınların atıl duruma düşürülmesiyle başlayan yeni yönetim,  erkekleri de kısıtlayan, statüleri belirleyen, tüm özgürlükleri hiçe sayan bir anlayışa dönüşüyor.

Artık bu ülkede, ülke refahı gözetilerek! yerleştirilen bir diktatörlük hakim. İkinci evliliklerini yapan ve doğurganlıklarını koruyan tüm kadınlar “damızlık” olarak ayrıştırılıyor. Onlar ülkenin geleceği. Yüzlerini kapatan beyaz renkli kanatların dışında, baştan aşağı kırmızıya bürünmüş kıyafetler giydiriliyor her birine. Onlar ülkenin geleceğini kurtacak olan “damızlık kadınlar”. Her biri bir komutanın emrinde.

Okumak, yazmak, konuşmak, kendine özel eşyalar edinmek yasak. Yaptıkları tek şey emirlere uyup üreyebilmek için çiftleşmek. Onun da bazı koşulları var elbette, mesela dokunmak, öpüşmek, tamamen soyunmak ve her hangi bir sevgi belirtisi göstermek de yasak. Bu ülkede cinsellik sadece üremekten ibaret.

Böyle bir dünyadan sesleniyor adı belli olmayan anlatıcımız. Biz onu kitapta Fredinki olarak tanıyoruz. Ancak bu onu tanımlayan bir ad değil. Bağlı olduğu komutana hangi kadın gelirse gelsin adı Fredinki olacak. Bu o komutana verilen damızlıkların genel adı. Tıpkı Gleninki ve Warreninki’ler gibi.

Fredinki önceki yaşamında mutlu bir evliliği ve küçük bir kız çocuğu olan bir anne. Şimdi ise ne kızının ne de eşinin akıbetini biliyor. Sorması yasak, öğrenmeye çalışması hepsi açısından sakıncalı. Her şeyin ona yabancı olduğu bir yerde yaşam mücadelesi veren Fredinki için önemli olan tek şey doğurmak ve bağlı bulunduğu komutanın genlerini devam ettirmek. Peki ya doğuramazsa?...

Okurken tüyler ürperten, karabasan gibi üstüne çöken, insanı değersizleştiren, kadını makineleştiren bir roman Damızlık Kızın Öyküsü. Diğer distopik romanlardan farkı kadın faktörünün çok daha ön plana çıkartılmış ve acizleştirilmiş olması. Bunun yanında bu romanda ki karakterler özgür bir geçmişe sahipler, yani ellerinden neyin alındığının bilincindeler.

"Siz geçiş neslisiniz, derdi Lydia Teyze. En güç durumda olan sizsiniz. Sizden beklenen fedakârlıkların farkındayız. Erkeklerin sizi aşağılamasına dayanmak zor. Sizden sonra gelenler için daha kolay olacak. Görevlerini gönül rızasıyla kabul edeceklerdir.
Söylemediği buydu: Çünkü başka anıları olmayacak.
Söylediği ise şu: Çünkü sahip olamayacakları şeyleri istemeyecekler."

Damızlık Kızın Öyküsü

Biz iki bacaklı rahimleriz” diyor Fredinki kitabın bir bölümünde, bunun yanı sıra “kutsal tekneler, gezgin kadehler.” olarak adlandırıyor kendini ve kendi kaderini yaşayan diğerlerini. Onlar, doğurganlığını kaybetmemiş kadınlar, onlar ülke için ulusal kaynak olarak nitelendirilen damızlıklar. Onlar, konuşmaya, duygulanmaya, düşünmeye hakkı olmayan üreme makinaları.

Her ne kadar kadınlar üzerine kurulmuş olsa da, aslında erkeklerin de tüm hakimiyetini kaybettiği bir dünya damızlık kızın dünyası. Hiç kimsenin hiçbir bireye yaklaşamadığı, korkunun hakim olduğu ve şartlandırılmış koşullar dışında ki birlikteliklerin tamamen engellendiği bir dünya.

Margaret Atwood, değişimi yaşayanları anlatırken, değişime ne kadar kolay ayak uydurulabildiğinin, acıların sıradanlaşmasıyla nasıl da kolay kabullenildiğinin, önceleri hayatın akışı içinde çok normal gelen eylemlerin, nasıl da kafalarda iğrenç bir hal aldığının, düşüncenin mevcut yapıya göre nasıl da çabucak şekillenebileceğinin resmini de çizmiş Damızlık Kızın Öyküsüyle.

"Çıplaklığım şimdiden garip geliyor bana. Bedenim modası geçmiş gibi görünüyor. Sahilde, mayo giyer miydim, gerçekten? Giyerdim, düşünmeden, erkekler arasında, bacaklarımı, kollarımı, kalçalarımı ve sırtımı sergileyerek, görülebildiğimi umursamadan."

Her bir sayfasında kendimizden bir şeyler bulabileceğimiz, hayatı sorgulatan, eksikliklerimizi, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”larımızı bir tokat gibi yüzümüze vuran bir kitap Damızlık Kızın Öyküsü. Sustukça, kabullendikçe, sessiz kaldıkça, boyun eğdikçe daha da yakınlaştığımız kara ütopya değil, kapkara bir distopyanın habercisi.


Kitabın Volker Schlöndorff'ün yönettiği, Robert Duvall,  Faye Dunaway,  Aidan Quinn,  Muse Watson ve Natasha Richardson'un başrollerini paylaştığı 1990 yapımı sinema uyarlaması da mevcut. 

Buket Özsanat
1 Aralık 2016 Perşembe
5217 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?