
Bir tren dolusu asker, hiçlikten kurtulmuÅŸ bir yığın dönüÅŸ yolcusu ve bir yığın bekleyiÅŸ ve umut, kente gittikçe daha fazla yaklaşıyor. s:48
Dünle bugün, ölümle hayat birbirine ne de yakın. S:36
SavaÅŸ koskoca bir buhar silindiri gibi üstümüzden geçip gitti. S:21
Birkaç kiÅŸiden baÅŸka bütün mevcudu öldürülmüÅŸ zavallı bir ikinci alayın meydana getirdiÄŸi bir gölgeler topluluÄŸu s:7
YaÄŸmur hızlanıyor. Birbirimizle sırt sırta verip çadır bezlerini üstümüze çekiyoruz. Åžu siperin içinde bu halimizle bir yığın kara topraktan farksızız. Toprak, üniforma ve aralarında bir parçacık hayat. S:6
Bir savaÅŸ yılı ötekinin üstüne yığılmış, bir umutsuzluk yılı diÄŸerini izlemiÅŸti. Geçen zaman hesaplanınca duyulan hayret, bu kadar zamanın geçmiÅŸ olmasından duyulan hayret kadardı hemen hemen. Ama barışın her gün gelmek üzere olduÄŸunun ilan edildiÄŸi ÅŸu sırada her bir saatin ağırlığı binlerce defa fazlalaşıyor ve ateÅŸ altında geçen her bir dakika, daha önce geçen zamanın tümünden daha ağır ve daha uzun görünüyordu bize.
Orada bıraktıklarımız kaybolmuÅŸ yıllar, toprak altında yatanlar bizim arkadaÅŸlarımız ve bütün bunlar ÅŸu yeryüzünü kaplayan sefaletin ta kendisi. S:18
Ve arkalarında ölüler ordusu. Böylece ilerliyorlar. Adım adım yol alıyorlar. Hasta, yarı aç, cephanesiz. Bölük mevcudu iyice azalmış. Cehennemden kurtulanlar, bir türlü inanmak istemeyen bakışlarla hayata dönen yolda, hayat yolunda ilerliyorlar. S:19
Ürkerek sıçrayıp çevreme bakınıyorum; sedyelere uzanmış arkadaÅŸlar arkamda kaldılar ama hala sesleniyorlar. Barış geldi ama onların ölmesi gerekiyor. Ben sevinçten titriyorum da hiç mi hiç utanmıyorum. Ne tuhaf oluyor bu hal! Belki de hep yeni baÅŸtan savaÅŸların olması bundan; çünkü acı çekenin halinden ötekiler pek bir ÅŸey anlamıyorlar. S:28
Yoldayız. SavaÅŸ bitti. Her ÅŸey eriyip eÅŸsiz bir biçimde dağılıyor. Patatesler, sonbahar ve hayat yine geriye geliyor. S:37
Kışla avlusunda son defa sıralandık. BölüÄŸümüzün bir bölümü yakınlarda oturuyor. Serbest bırakılacağız. Geri kalanlar kendi baÅŸlarının çaresine bakacaklar. Trenler o derece düzensiz ki, hepimizi bir arada taşımalarına olanak yok bundan böyle. Ayrılmamız gerekiyor.
GeniÅŸ ve kasvetli kışla avlusu bizler için fazla büyük. Ayrılık ve ölüm kokan donuk bir kasım rüzgarı esiyor baÅŸlarımızın üzerinde. Kantinle nöbetçi kulübesinin arası bize yetiyor. Çevremizdeki büyük ve bomboÅŸ düzlük hüzünlü anılar uyandırıyor. Ölüler, görünmez sıralar halinde, boÅŸluÄŸu derinlemesine dolduruyorlar.
Heel bölüÄŸü bir baÅŸtan bir baÅŸa dolaşıyor. Fakat Heel’den önceki bölük komutanlarının hayaletleri de onunla birlikte sessizce dolaşıyorlar. En baÅŸta Bertineck, boynundan kanlar akıyor, çenesi parça parça ve bakışları kederli; bir buçuk yıl kalmıştı bölük komutanlığında, evli ve dört çocuklu bir öÄŸretmendi. Onun yanı sıra Müller, yüzü yemyeÅŸil olmuÅŸ; on dokuzundaydı, zehirli gazdan öldüÄŸünde üç gün olmuÅŸtu bölük komutanlığını üstüne alalı. Onların peÅŸi sıra Redecker geliyor; bölük komutanlığının ikinci haftasında tam isabet alarak yamyassı yere yapışmıştı. Daha arkada, bir saldırıda makineli tüfek kurÅŸunuyla kalbinden vurulan Yüzbaşı Bertner’in soluk ve belli belirsiz yüzü.
Ve onların arkasında, hemen hepsinin de adı unutulmuÅŸ tam yedi bölük komutanı, iki yılda vurulan yedi bölük komutanı gölgeler gibi yürüyorlar. BeÅŸ yüz kiÅŸiden fazlaydık. Kışla avlusunda sadece otuz iki kiÅŸi var. S:39
Ne tuhaf! Mermi çukurlarına ve siperlere öylesine alışmışız ki, ÅŸimdi bulunduÄŸumuz bu arazinin sessizliÄŸinden kuÅŸku duyuyoruz; bu sessizliÄŸi, gizlice mayın döÅŸenmiÅŸ araziye bizi çekmek için bir bahane sanıyoruz.
Oysa arkadaÅŸlarımzı o arazinin içlerine doÄŸru gidiyorlar; hem de silahsız ve el bombasız, tek baÅŸlarına. Arkalarından koÅŸup yetiÅŸmek ve “Nereye gidiyorsunuz böyle? Buradan ötede yalnız başınıza ne iÅŸiniz var? Hep birarada bulunmalıyız, yoksa nasıl yaÅŸayabiliriz?” diye haykırmak istiyoruz. S:42
Anam benimle merdivene kadar geliyor ve “Dur biraz!” diyor. “Hava karardı, ışık getireyim.” OlduÄŸum yerde ÅŸaÅŸarak kalıyorum. Bir ışık mı? Hem de birkaç basamak merdiven için mi? Hey Allahım! Oysa ben vıcık vıcık çamurlu nice obüs çukurlarının birinden ötekine geçtim ve altı üstüne gelmiÅŸ nice yollarda yürüyüÅŸe katıldım, hem de geceleri ÅŸiddetli ateÅŸ altında ve hiçbir ışık olmadan… Åžimdi bir merdiven için mi ışık isteyeceÄŸim? Ah, ana, ah! Ama yine de bekliyorum, bir lambayla gelip ışık tutuncaya kadar bekliyorum. Beni karanlıkta ışıkla okÅŸamak istermiÅŸ gibi bir hali var. S:61
“Vatan savunması için sevinçle koÅŸan ve ÅŸeref meydanlarında kalan okulumuz öÄŸrencilerinin anısını özellikle anmalıyız. Yirmi iki arkadaÅŸ aramızda deÄŸil artık! Yirmi iki savaÅŸçı, askerliÄŸin ÅŸerefli ölümüne ulaÅŸtı. Yirmi iki kahraman, yabancı topraklarda, savaşın gürültüsünden kurtulmuÅŸ olarak dinleniyorlar ve yeÅŸil çayırlar altında sonsuz bir uykudalar…”
Tam bu sırada kısa ve gürültülü bir kahkaha yükseliyor. MüthiÅŸ alınan müdür, sözünü yarıda kesiyor. Kahkaha, bir giysi dolabı gibi ayakta dikilen Willy’den geliyor. Öfkesinden yüzü kıpkırmızı olmuÅŸ.
Willy, “YeÅŸil çayırlar… yeÅŸil çayırlar…” diye söyleniyor, “mermi çukurlarının çamurlarında, parça parça olmuÅŸ ve bataÄŸa saplanmış bir halde yatıyor onlar. YeÅŸil çayırlar ha! Biz buraya ÅŸarkı dersine gelmedik!” Kollarını fırtınada bir yel deÄŸirmeni gibi hareket ettirerek, “Kahramanca ölüm ha!” diye devam ediyor. “Neler hayal ediyorsunuz öyle! Küçük Hoyer’in nasıl can verdiÄŸini bilmek ister misiniz? Bütün gün tel örgüde kaldı ve feryat etti; bağırsakları makarna gibi karnından fırlamıştı. Sonra bir isabet daha aldı ve parmakları uçtu. İki saat sonra bacağının bir parçası uçtu. O hala ölmemiÅŸti ve saÄŸlam kalan eliyle bağırsaklarını içeriye itmeye çabalıyordu. Ancak akÅŸama doÄŸru iÅŸi tamamdı. AkÅŸam üstü yanına gidebildiÄŸimizde, kalbur gibi delik deÅŸik olmuÅŸtu. Cesaretiniz varsa anlatın onun nasıl öldüÄŸünü anasına!” s:107
Burada oturmakta olan yüz asker, on sekiz teÄŸmen, otuz onbaşı ve çavuÅŸ, yaÅŸamaya yeniden baÅŸlamak istiyor. Her biri, en çetin saldırı koÅŸulları altında bir bölüÄŸü ateÅŸ hattından pek az kayıpla geçirebilir. Her biri, geceleyin siperlerde “Geliyorlar” sesi yükseldiÄŸi zaman bir an duraksamadan gerekeni yapar. Her biri sayısız felaket günlerinde piÅŸip tam birer asker olmuÅŸtur. Bunun ne fazlası ne de eksiÄŸi var. Ama barışta? Barışa yarar mıyız? Hem bizler, askerlikten baÅŸka bir ÅŸeye uygun düÅŸer miyiz bundan böyle? S:113
Ben onun çocuÄŸuyum. Ben onun için hep öyle kaldım, askerken bile. Onun gözünde savaÅŸ, tehdit altındaki çocuÄŸunun canına kıymak isteyen bir canavarlar yığınıydı. Ama tehdit altında gördüÄŸü kendi çocuÄŸunun da öteki anaların çocukları için aynı derecede tehlikeli bir canavar olduÄŸunu hiç düÅŸünmedi. Bakışlarımı onun ellerinden kendi ellerime çeviriyorum. 1917 Mayıs’Inda ben bu ellerle bir Fransızı hançerledim. Çılgınca bir korku ve öfkeyle yeni baÅŸtan ve yeni baÅŸtan hançerlerken, iÄŸrenç bir sıcaklıkla kanlar akıyordu parmaklarımdan aÅŸağıya. Bunu yaptıktan sonra kusmuÅŸ ve sabaha kadar aÄŸlamıştım. (…)Evet, deÄŸiÅŸtim ben, diye düÅŸünüyorum acı acı. Ana, sen benim ne yaÅŸadığımı nereden bilebilirsin ki! O bir zamanların sakin ama heyecanlı genci sadece bir anı ÅŸimdi! Son yılları hiçbir zaman öÄŸrenmemelisin, gerçeÄŸin ne olduÄŸunu ve benim ne olduÄŸumu asla bilmemelisin. Bunun yüzde birini bile öÄŸrenmek senin yüreÄŸini parça parça ederdi. S:124-125
Jandarmaları süzüyorum; yeÅŸil üniformaları, kılıçları ve tabanca kılıflarıyla tıpkı bir zamanlar cephede olduÄŸu gibi üst perdeden ve burnu büyük bir halleri var. İktidar, diye düÅŸünüyorum, ÅŸu iktidar, üç santimciÄŸi bile insanı kabalaÅŸtırıyor. S:147
SavaÅŸta arkadaÅŸlıktan baÅŸka ne varsa yok edilmiÅŸti; ama bizler arkadaÅŸlığa iyice inanmıştık. Åžimdi ise ölümün baÅŸaramadığını hayat yapıyor, bizleri ayırıyor. S:170
“Ama neden böyle George, niçin böyle? Çünkü aldatıldık, hem de anlaşılması bile hemen hemen olanaksız bir ÅŸekilde; çünkü bizleri son derece kötüye kullandılar! Bizlere vatandan söz açtılar, ama düÅŸündükleri gözü doymaz bir sanayinin iÅŸgal planlarıydı. Bizlere onurdan söz açtılar, ama düÅŸündükleri bir avuç hırslı diplomatla prensin çekiÅŸmesi ve egemenlik istekleriydi. Bizlere ulustan söz açtılar, ama düÅŸündükleri iÅŸsiz güçsüz generallerin eylem isteÄŸiydi!” Rahe’nin omuzlarını silkeliyor. “Anlamıyor musun bu söylediklerimi? Yurtseverlik sözüne, laf ebeliklerini, ÅŸöhret tutkularını, iktidar isteklerini, yalancı romantizmlerini, budalalıklarını, ticaret tutkularını doldurdular, sonra da bunu parlak bir ülkü diye önümüze sürdüler! Bizler bunu yeni, güçlü ve kudretli bir varlığın iÅŸareti sandık! Bizler kendimize karşı savaÅŸtık hiç farkında olmadan! İsabet ettirdiÄŸimiz her kurÅŸun içimizden birine rastladı! İyi dinle, sana söylüyorum: Dünya gençliÄŸi ayaklanmıştı, her ülkenin gençliÄŸi de özgürlük için çarpıştığını sanıyordu! Her ülkenin gençliÄŸi aldatıldı, kötüye kullanıldı, ülküler yerine çıkarlar uÄŸrunda çarpıştı ve karşılıklı olarak birbirinin kökünü kazıdı! Aklın almıyor mu? Tek bir savaÅŸ var sadece: Yalana, kararsızlığa, uzlaÅŸmaya ve yaÅŸlılara karşı savaÅŸmak! Ama biz onların süslü sözlerine kapıldık ve onlara karşı savaÅŸacak yerde onlar için dövüÅŸtük. Yarının buna baÄŸlı olduÄŸunu sanmıştık! Oysa bu yarına karşı bir savaÅŸtı. Bizim yarınımız öldü, çünkü onu taşıyan gençlik öldü. Biz geriye kalanlarız, en son birkaç kiÅŸiyiz! Ama ötekiler yaşıyor, tok ve memnun olanlar yaşıyor, her zamankinden daha ve tok ve daha memnun olmayanalar, ileriye atılanlar, saldırganlar bu uÄŸurda can verdiler! DüÅŸün bir! Bir kuÅŸak yok edildi; umut, inanç, istek, kuvvet ve baÅŸarabilme gücüyle dopdolu bir kuÅŸak öylesine büyülendi ki, birbirlerine karşı çarpıştı, oysa hepsinin hedefi aynıydı!” 182-183
Size bir yardımım dokunabilseydi, elimden geleni seve seve yapardım! Ama bu dünyada bir baÅŸkasına gerçekten yardım edebilen görülmüÅŸ mü? S:189
Hayat bu mu? Günlerin ve saatlerin bu tek düzeliÄŸi ve birbirine benzerliÄŸi mi? (..)Dümdüz bir yaÅŸamın beni yatıştıracağını sanmıştım. Ama beni daha da tedirgin etmekten baÅŸka bir iÅŸe yaramadı. Burada akÅŸamlar ne de uzun! S:206
Sabah oldu. Dersteyiz. Çocuklar kollarını kavuÅŸturmuÅŸ oturuyorlar. Gözlerinde çocukluk yıllarının ÅŸaÅŸkınlığı okunuyor. Bana bakışlarında öyle bir güven, öyle bir inanç var ... Birden yüreÄŸim burkuluyor. . Kim bu karşınızdaki adam? Savaşın bütün inançlarını çökertip, gücünü kuvvetini elinden aldığı yüzbinlerce insandan biri iÅŸte. Önünüzde duruyorum burada. Siz benden çok daha canlı, çok daha hayatın dokusu içindesiniz. Karşınıza geçmiÅŸim, size öÄŸretmenlik etmek, yol göstermek zorundayım. Ne öÄŸreteyim size? Yirmi yıla varmadan içiniz geçip ruhen sakatlanacağınızı, bütün serbest içgüdülerinizin birbirinin aynı kalıplara sokulacağını, birbirinin eÅŸi adamlar olup çıkacağınızı mı söyleyeyim? İnsanlar gazla, patlayıcı maddelerle, demir ve ateÅŸle birbirini öldürdüÄŸü sürece bütün bilginin, -bütün kültürün, bütün bilimin korkunç bir numara olduÄŸunu mu söyleyeyim? Bu korkunç yıllar boyunca tek bozulmayan, kirlenmeyen yaratıklarsınız karşımda. Ne öÄŸretirim ben size? Ne öÄŸretebilirim ben size? El bombasının düÄŸmesi nasıl koparılır, el bombası bir insanın suratına en iyi nasıl fırlatılır, onu mu istiyorsunuz öÄŸreteyim? Bir insan nasıl süngülenir, kazmayla kürekle nasıl canına okunur, onu mu öÄŸreteyim? YaÅŸayan bir kalbe nasıl niÅŸan alınır, nasıl tetik çekilir? Tetanos nedir, kırık bir omurga kemiÄŸi nasıl bağırtır adamı, parçalanmış bir kafatası ne biçim ÅŸeydir? Ortaya saçılmış beyin parçalarını, ezilmiÅŸ kalmış kemikleri, dışarı uÄŸramış bağırsakları mı tarif edeyim size? Karnından yaralanan bir adam nasıl haykırır, ciÄŸerleri paralanan birinin nasıl aÄŸzından kan boÅŸanır, kafasına kurÅŸun yiyen nasıl fısıldar, bunları mı anlatıyım size? BaÅŸkasını bilmiyorum. BaÅŸka birÅŸey öÄŸrenmedim. Åžu gördüÄŸünüz haritaya götürsem sizi, sevginin ÅŸurada, ÅŸurada, ÅŸurada öldürüldüÄŸü yeri göstersem. Elinizdeki kitapların sade birer tuzak olduÄŸunu, insanların sizi pusuya düÅŸürmek için elinize bunları tutuÅŸturduÄŸunu, güzel cümlelerin batağında, yalan düÅŸüncelerin dikenli tellerinde sizi kapana sıkıştırmak istediklerini anlatsam... Kim bu karşınızdaki adam? Bir suçlu, bir günahkar! OlduÄŸunuz gibi kalasınız, çocukluÄŸunuzun temiz ışığını nefretin korkunç, ateÅŸten soluÄŸuna dönüÅŸtürmeyesiniz diye önünüzde diz çöküp yalvarmaktan baÅŸka elimden ne gelir ki? Daha yüzünüzde saflığın, içtenliÄŸin soluÄŸu dolaşıyor. Size ne öÄŸretebilirim ben? Nasıl o kadar küstah olabilirim? Bütün o kanlı belalı yıllar peÅŸimde hala. Nasıl sizin aranıza katılabilirim ben? Katılacaksam, önce yeni baÅŸtan insan olmalıyım.
HerÅŸey boÅŸuna, bizler çuvalladık, ama dünya iÅŸleri aynı biçimde devam ediyor; savaÅŸ falan olmamış gibi! Bizden sonrakilerin sıralarında oturup savaÅŸ öykülerini can kulağıyla dinlemesi ve okulun sıkıcı havasından kurtulmak için savaÅŸta bulunmuÅŸ olmayı özlemeleri uzun sürmez. Bazıları daha ÅŸimdiden gönüllü alaylarına koÅŸuyorlar ve beli de on yedisine basmadan politikaya karışıp cinayetler iÅŸliyorlar. S:247