
Yeni sevkiyat öÄŸleden sonra geldi. On beÅŸ bin kadar insan, dağı tırmandı. Arkalarında umulduÄŸundan daha az sakat vardı. Uzun süren yolda yürüyemez hale gelenler birkaç kurÅŸunla öldürülüvermiÅŸti.
Yeni gelenlerin teslim alınması uzun sürmedi. Teslimi yapacak olan birlikte gelmiÅŸ SS’ler, yola çıkarken sayıdan indirmeye unuttuÄŸu birkaç düzine ölüyü de yutturmaya çalışıyordu. Fakat kamp bürokrasisi bütün dikkatini kullanmaktaydı. Canlı veya ölü her tutukluyu bir bir görüyor ve ancak canlı olarak kamp kapısını geçebilenleri teslim alıyordu. Bu arada geçen bir alay SS’leri pek eÄŸlendirdi. Yeni nakledilenler büyük kapının dışında bekledikleri sırada içlerinden bir kısmının ayakta duracak hali kalmamıştı. Bu durumda arkadaÅŸları onları taşımak istediyse de SS’ler koÅŸar adım emri verince sakatları yüzüstü bırakmak zorunda kaldılar. Kamp kapısına varmak için aşılması gereken yolun son iki yüz metresi üstünde böylece iki düzine kadar tutuklu oraya buraya saçılıp kaldı. Bir kısmı soluyup inliyorlar ve yaralı kuÅŸlar gibi çırpınıyorlar, bağırmaya bile mecali kalmayanlar da, korkudan ardına kadar açılmış gözlerle öylece sırtüstü yerde yatıyorlardı. ArkadaÅŸlarından geri kalırlarsa kendilerini bekleyen akıbetin ne olacağını biliyordular. YürüyüÅŸ sırasında yüzlerce arkadaşın enselerinden bir kurÅŸunla öldürülmesine tanık olmuÅŸtular.
SS’ler durumu derhal gördüler.
Steinbrenner bağırdı: 'Hele ÅŸunlara bak, kampa gelebilmek için nasıl da yalvarıyorlar.'
Yerden kalkamayan tutuklular sürüne sürüne ilerlemeyi deniyorlardı.
Steinbrenner keyifli keyifli bağırdı:
'Kaplumbağa yarışı! Ben ortadaki kabak kafalıya oynuyorum.'
Ellerini iki tarafına doÄŸru iyice açmış olan kabak kafalı, güneÅŸ altında parlayan asfalt yolda yorgunluktan bitkin bir kurbaÄŸa gibi dizleri üstünde sürüne sürüne ilerliyordu. Kabak kafalı, durmamacasına kollarına bakıp yerinde doÄŸrulan, fakat hemen hemen hiç yol alamayan bir baÅŸka tutukluyu da geçmiÅŸti. Sürüne sürüne ilerlemeye çalışan tutukluların hepsi de, kurtarıcı kapıya bir an önce yaklaÅŸmak ve aynı zamanda, acaba tabancalar patlayacak mı diye geriye kulak vermek için, baÅŸlarını garip bir surette havaya kaldırıyorlardı.
‘Haydi kabak kafa, marÅŸ marÅŸ!'
SS’ler, hemen saflar teÅŸkil ettirmiÅŸlerdi. Birden, arka taraftan doÄŸru iki defa silâh sesi duyuldu. Kafileye refakat edenlerden bir SS gedikli çavuÅŸu atmıştı. Tabancasını sırıtarak kılıfına soktuÄŸu görüldü. Sadece havaya boÅŸaltmıştı.
Fakat bu silâh sesleri tutukluları müthiÅŸ korkuttu. Alayın en sonunda bulunan iki arkadaÅŸlarının vurulduÄŸunu sanmışlardı. Bu heyecanla ÅŸimdi eskisinden daha kötü ilerliyordular. Bir tanesi yerde kalmıştı; kollarını uzatıp ellerini dua eder gibi birleÅŸtirmiÅŸti. Dudakları titriyor, alnında iri iri ter damlacıkları toplanıyordu. Sonra bir tanesi daha, ellerini yüzüne kapayarak, büyük bir teslimiyet ve sessizlik içinde, kendini yere bırakıverdi. Ölmek ister gibi uzanıvermiÅŸ ve bir daha hiç bir hareket yapmamıştı.
Steinbrenner yine bağırdı:
'Altmış saniye daha! Tam bir dakika daha bekleyeceÄŸim! Cennete açılan kapı bir dakika sonra kapanacak. O zamana kadar giremeyen dışarıda kalacak.'
Kolundaki saate baktı ve büyük kapıyı, kapatmak ister gibi, kımıldattı. İnsan kılığındaki böcekler sürüsünden bir inilti yükseldi. Yeni grupla gelen SS gedikli çavuÅŸu, tabancasını yine boÅŸalttı. Yerde sürünenlerin çabalanması büsbütün bir çırpınış oldu. Yalnız elleriyle yüzünü kapamış adam hiç bir hareket eseri göstermiyordu. Hesabı tamamdı.
Steinbrenner:
'Hurra!' diye keyifli keyifli bağırdı. 'Benim kabak kafalı işi başardı.'
Ve adamcağızı teÅŸvik etmek ister gibi, kıçına bir tekme yerleÅŸtirdi. Aynı anda birkaç baÅŸka tutuklu daha kapıyı geçmeyi baÅŸarmıştı ama, yarıdan fazlası henüz dışarıdaydı.
Steinbrenner, radyoda saat ayarını bildiren bir spiker edasıyla yine bağırdı:
'Otuz saniyeniz daha kaldı.'
Hışıltılar, toprağı kazımalar ve iniltiler arttı. Asfalta boylu boyuna uzanmış iki tutuklu, kol ve bacaklarını, yüzmek ister gibi durmamacasına hareket ettiriyordular. AyaÄŸa kalkamayacak kadar mecalsizdiler. Bir tanesi, tiz bir sesle aÄŸlıyordu.
Kol saatine yine bakan Steinbrenner: 'Fare gibi sesi var, herifin,' dedi 'on beş saniye daha kaldı.'
Yeni bir silâh sesi daha duyuldu. Fakat bu defa havaya sıkılmamıştı. Ellerini yüzüne kapamış olan adamın vücudu önce bir toparlandı ve sonra gevÅŸer gibi olup boylu boyuna yola serildi. Başını çevreleyen kapkara bir kan birikintisi, koyu renkli bir aziz halesini hatırlatıyordu. Yanı başında dua eden tutuklu ayaÄŸa fırlamaya çabaladı ama, ancak dizlerine kadar kalkabildi ve yanlamasına düÅŸüp sırtüstü yerde serili kaldı. Gözlerini sımsıkı kapamış, ilerlemesine devam etmek ister gibi, kol ve bacaklarını hareket ettiriyordu, ama, beÅŸikteki bir meme çocuÄŸu gibi bacak ve kollarını havada hareket ettirdiÄŸinin farkında deÄŸildi.
SS erlerinden biri, SS gedikli çavuÅŸuna: 'Ne niyettesin Robert?' diye sordu. 'Arkadan doÄŸru göÄŸsünden mi, yoksa burnundan mı yapıştıracaksın?'
Robert, yerde garip hareketler yapan adamın etrafında dolaÅŸtı ve bir süre arkasında durup düÅŸündükten sonra, kafatasına yandan bir kurÅŸun yapıştırdı.
Tutuklu, olduÄŸu yerde bir dikilip caddeye ağır ağır birkaç adım attıktan sonra, sırtüstü düÅŸtü. Bir bacağını hafifçe çekti ve yine uzattı, sonra yine çekti ve uzattı.
'iyi nişanlayamadın, Robert.'
Robert, kendisini tenkit edenden tarafa bakmadan umursamazlıkla cevap verdi:
'Bu hareketler refleks hareketleriydi.'
Steinbrenner’in sesi yine duyuldu:
'Tamam! Vaktiniz doldu. Kapılar kapansın!'
Nöbetçiler kapıları ağır ağır gerçekten kapamaya baÅŸladılar. Tutukluların arasından bir korku çığlığı yükseldi. Gözleri parlayan Steinbrenner: 'Baylar, böyle itiÅŸip kakışmayın!' diye bağırdı 'Sıra ile lütfen! Biz buradakilerin hiç de hoÅŸlanılacak kimseler olmadığını bir söyleyeniniz çıkar, umarım!'
Üç tutuklu oldukları yerde kalmıştı. Birkaç metre ara ile yere bakıyordular. Robert enselerinden birer kurÅŸun sıkarak ikisinin hesabını temizledi. Fakat üçüncüsü, Robert’i başı ile bir müddet oyaladı. Yerde yarı oturmuÅŸ vaziyetteydi ve Robert arkasına geçince o da hemen dönüyor ve kurÅŸuna engel olurmuÅŸ gibi, yüzüne bakıyordu. Robert iki defa bu iÅŸi denemek istedi, fakat öteki her defasında diÅŸini tırnağına takıp Robert’le yüz yüze gelecek kadar arkasına dönmeyi baÅŸardı. Sonunda Robert omuzlarını silkip: 'İstediÄŸin gibi olsun!' dedikten sonra, tabancasını tutuklunun suratına boÅŸalttı.
Robert, tabancasını kılıfına koyarken: 'Bununla kırkıncı oldu!' dedi.
O sırada yaklaşmış olan Steinbrenner: 'Temizlediğin kırkıncı insan mı?' diye sordu.
Robert başıyla doğruladı: 'Bu sevkiyatta temizledim hepsini de.'
Steinbrenner onu, sporda rekor kırmış birisine bakar gibi biraz hayranlık ve biraz da hasetle süzdü:
'Vay canına, sen yaman adamsın be!'
YaÅŸlıca bir SS gedikli baÅŸçavuÅŸu yaklaÅŸtı: 'Bu çat pat merakınızın Allah belâsını versin! TemizlediÄŸiniz heriflerin evrakı yine bir mesele olacak. Sanki prensesler getirmiÅŸiz gibi buradakiler pek ince eleyip sık dokuyorlar.'
Kafiledekilerin sicil tanzimi iÅŸine baÅŸlanıldıktan üç saat sonra otuz altı kiÅŸi yere yığılmıştı. Dördü ölmüÅŸtü. Kafiledekilere sabahtan beri bir damla su verilmemiÅŸti. Altı numaralı bloktan iki tutuklu, SS’ler baÅŸka bir tarafta meÅŸgul bulunduÄŸu bir sırada dolu bir su fıçısını kaçırmak istemiÅŸtiler. Fakat hemen yakalanmışlardı ve ÅŸimdi, cesetlerin yakıldığı fırının yanında, havada sallanıyorlardı.
Kimliklerin saptanma iÅŸi devam ediyordu. İki saat sonra ölülerin sayısı yediye ve yere serilip kalanlar da elliye yükselmiÅŸti.