Orhan Tüleylioğlu imzasını taşıyan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) yayınları tarafından 2010 yılında yayımlanan “Yüreklerimiz Hala Yangın Yeri”, yirmi beş yıldır dinmeyen bir yaranın notlarını düşüyor tarihe.
Sivas Katliamını her yönüyle inceleyen kitap, bir nevi belgesel niteliğinde.
Kitaba Pir Sultan Abdal ile giriş yapan Tüleylioğlu, “Yüreklerimiz Hala Yangın Yeri” başlığını taşıyan ikinci bölümde, Sivas’ta yaşananların bir özetini sunuyor ve “Adeta öldürenler değil, öldürülenler ‘suçlu’ ilan edildi” diyor.
“Göz Göre Göre Katliam” başlıklı üçüncü bölüm “Sivas’ta aslında ne olmuştu?” sorusunu ayrıntılı bir biçimde gözler önüne sererken, o süreçte kimlerin ne yaptığını ya da yapmadıklarını, nasıl davranıp, neler söylediklerini ve o katliamdan sağ kurtulanların beyanları ile görgü tanıklarının anlatımlarını da içeriyor.
Bu aktarımların ardından, dava sürecine yol olan Tüleylioğlu, “Basında Katliam” başlığını taşıyan bölümde dönemin gazete manşetleriyle, 4 Temmuz 1993 – 1 Ağustos 1993 tarihleri arasında gazetelerde yayınlanan köşe yazarlarının görüşlerini derliyor. Her türlü düşünce (!) biçimini bir araya getiriyor.
Yitip giden otuz üç canı tanıtırken “Öldürüldüler” başlığı altında, Sivas Katliamı için yazılan yazılar ve şiirler ile sonlandırıyor kitabını.
Dev bir 2 Temmuz arşivi olarak değerlendireceğim kitap öyle bir çırpıda okunacak tarzda değil. O kara günde yaşananların bir çırpıda hazmedilemeyeceği gibi.
Bir dolu belgesel izledim 2 Temmuz’u anlatan, yapılan röportajları dinledim, yazılan yazıları okudum. “Yüreklerimiz Hala Yangın Yeri” tüm bunları tek bir kitapta derlemesi nedeniyle, gerekli gördüğümde başvurulacak bir kaynak niteliği taşıdı benim için.
Kitabın kapağını kapattığımda, tek tek baktım katledilen değerlerimizin yüzlerine yüreğim daralarak ve kendimce o günü anlattım içimden dökülenlerin akıntısına kapılarak…
Canlar, sazlar / Kan oldular / Kesildi teller / Durdu nefesler / Ama hala / Dimdik ayakta, / Ayaktalar (Cahit Berkay)
Yıl 1993. Temmuz başı, yaz ortası.
Sanat, barış, insanlık uğruna düzenlenen bir etkinlikte yer almak için yollara düşüyorlar yurdun dört bir yanından. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından düzenlenen şenliğe katılacaklar valinin davetlisi olarak. Şairler, yazarlar, sanatçılar, geleceğe umutla bakan genç oyuncular, gözleri, gülüşleri ışıldayan çocuklar…
1 Temmuz’da başlayan etkinlik, 2 Temmuz sabahında da aynı coşkuyla sürüyor. Davetliler serin bir Sivas’a uyanıyorlar, güneş parlamıyor o sabah.
Şiirler okuyacaklar o gün. Şairler, yazarlar kitaplarını imzalayıp, samimi, içten söyleşilerle insanlara seslenecekler. Çocuklar oyunlarını sergileyecek, semaha duracaklar. Yürekler ısınacak, aynı gökyüzü altında bambaşka düşüncelerdeki eller birleşecek.
Her biri kendileri için ayrılan masalara oturmuş heyecanlı bir bekleyiş içindeler. Halaylar çekiliyor bir yanda, diğer yanda davullar çalınıyor, türküler söyleniyor sonsuz bir umutla, dostluğa, kardeşliğe, barışa…
Işıl ışılken dünya, neşe içinde geçiyorken saatler, gülüşleri yüzlerde donduran kapkara bulutlar sarıyor birden bire ortalığı. Apar topar ayrılmak zorunda kalıyorlar etkinlik alanından, can güvenlikleri(!) için kaldıkları otele gönderiliyorlar.
Otel sessiz, otele sığınan gençler tedirgin. Bir uğultu geliyor önce, anlam veremiyorlar. Kelimeler anlam kazanmaya başladığında otelin penceresinden bakıyorlar dışarıdaki karanlığa. Dışarda kan isteyen gözü dönmüş, yürekleri körelmiş insanlar(!). Çepeçevre sarılıyorlar. Gırtlakları yırtılırcasına bağırıyor otelin çevresinde an be an artan kalabalık. “Ya Allah Bismillah, Allahu Ekber” seslerini, “Kahrolsun Laiklik” sloganları takip ediyor ve avazları yettiğince haykırıyorlar; “Şeriat isteriz!”
Kan, intikam, ölüm nidalarıyla çevrilmiş dört bir yan ve içerde onlarca can. İçerisi alabildiğine umut yüklü, içeride yankılanıyor aydın yüreklerin sesleri. Dışarısı alabildiğine kötü, dışarıda baştan aşağı nefrete bulanmış insan(!) suretleri.
İlk taş atılıyor otele. Atılan ilk taş kırıp geçerken otelin penceresini, içerideki yürekleri de parçalıyor. Sanki birileri bir düğmeye basmışçasına mekanikleşiyor nefretle büyüyen kalabalığın elleri. Bir, iki, üç, dört… Ardı arkası kesilmiyor atılan taşların. Dakikalar sonra kalabalıktan biri tırmanıyor otelin penceresine, içerde ne varsa dışarı fırlatıyor. “Yak!” diye bağırıyor birileri, “Yak, yak, yak!” Ölüm istiyor otelin çevresini saran kana susamış kalabalık. Kızgınlıklarını gidermenin, içlerindeki öfke tohumlarını sonlandırmanın başka çaresi yok, kötülüğün sınırı da! Yürekler, düşünceler, inanılan, insana yakıştırılan tüm değerler sisler ardında.
Bir kibrit çakılıyor “aydınlığa”, sonrası kor ateşler içinde karanlık ve iliklere işleyen boğan bir sıcak. İlk alev yükselirken otelin duvarlarının üzerinden, “Cehennem ateşi” diye bağırıp kendinden geçiyor, zafer naraları atıyor şuursuz kalabalık.
Canhıraş bir yaşam mücadelesinin içindeyken, korku ve panik hâkimken düşüncelerine, yine de “Olmaz!” diyorlar, böylesi bir kötülüğü hiçbir canlı bir diğerine yapamaz. Çocuklar var içerde, gencecik kızlar, düşleri var yaşama dair, tertemiz bembeyaz hayalleri. “Olmaz! hiçbir canlı nedeni ne olursa olsun başka bir cana kıyamaz. Olmaz! İnsana yakışmaz!
Yakışıyor ve yapışıyor insan evladının üzerine kötülük.
Olmaz denilen oluyor. Ne umut kalıyor geride, ne de insana olan inanç… Geriye kalan yıkılmış, viran olmuş duygular ve katillerin elinde yitip giden hayatlar.
2 Temmuz…
Yangın yeri, hiç dinmeyecek olan yürek sancısı, insanlığın kara lekesi…
***
Düşüncelerimizi, umutlarımızı, sevdalarımızı, inançlarımızı yitirdiğimiz o günden bu yana çeyrek asır geçmiş. O gün iki evladını birden yitirdi bir anne, bir baba 12 yaşındaki oğluna ve 14 yaşındaki kızına içi yana yana ağladı. O karanlık gün olmasaydı, bilinçler zehirlenmese, düşünceler dumura uğramasaydı, şimdi Koray 37 yaşında olacaktı, Menekşe 39. Yasemin 44’üne girecekti, Asuman 41. Behçet Aysan, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Uğur Kaynar aşka, sevdaya, hayata dair şiirler yazacak, Asaf Koçak mızıkasını çalarak gençlere umut olup, karikatürleriyle renklendirecekti yaşamları. Nesimi Çimen sazının tellerinden barış güvercinleri uçuracak, savaşların son bulmasını dileyecekti. Vahşice katledilen her bir canın söyleyecek sözü, dünyaya vereceği mesajları, yaşayacak güzel günleri olacaktı. Olmadı. “Din elden gidiyor!”, “Şeriat isteriz!” naralarıyla, galeyana gelen binlerce insan(!) bir otelin içinde sıkışıp kalmış onlarca canı hiç acımadan, gözlerini dahi kırpmadan, zafer çığlıkları ve alkışlar eşliğinde katlettiler.
Ve bu gün, tarihler 2 Temmuz 2018’i gösteriyorken, yirmi beş yıl önce içindeki canlarla birlikte acımasızca ateşe verilen bir otelin küllerinin ardında alev alev yanarken bedenlerimiz, kan kırmızı ateşler eşliğinde buz kesiyor yüreklerimiz. Temmuz’da üşüyoruz…
Buket Özsanat
(Yeni Gelen Dergisi, Temmuz 2018, 5.sayı)