Namus Adına, Mukhtar Mai

Kitap Yorum
Namus Adına, Mukhtar Mai

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.

164 yıl önce bugün 129 kadın işçi, çalıştıkları tekstil fabrikasında yaptıkları grev esnasında çıkan yangından kaçamayarak can verdi. Tek istedikleri daha iyi koşullarda, insanca çalışmaktı. Sömürülmeden, sermaye sahiplerinin esiri olmadan, emeklerinin haklarını alarak…

1910 yılında Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart, ölen fabrika işçilerinin anısına adandı ve Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılmaya başlandı.

8 Mart bir anma günü olmalıyken, yıllar içinde amacından çıkarılarak kutlamaya dönüşen, kadınların eşlerinden hediye beklediği, erkeklerin kadınlar için methiyeler düzdüğü bir gün halini aldı. Ne yazık ki, kapitalizme başkaldırı sonrasında hayatını kaybeden 129 işçinin anısına düzenlenen bir gün, kapitalizmin besin kaynağı oldu.

---

Pakistanlı bir kadının içinde yaşadığı erkek egemen topluma karşı savaşını konu alan bir kitaptan bahsedeceğim size.

İlk olarak 2006 yılında basılan, ülkemizde Epsilon Yayınevi tarafından geçtiğimiz ay kitapçılarda yerini alan “Namus Adına” Mukhtaran Bibi’nin yaşadığı toplu tecavüz olayını ve sonrasında yaşananları konu alıyor.

Kitap, daha doğrusu Mukhtaran Bibi’nin hikayesi 22 Haziran 2002 günü ailenin verdiği bir kararla başlıyor. Mukhtaran Bibi’nin 12-13 yaşlarındaki kardeşi Shakur, yaşı yirminin üzerinde olan Mastoi kastına mensup Salma’ya tecavüz etmekle suçlanıyor. Köy konseyinde çoğunluğa sahip olan ve herkesin korktuğu Mastoiler’in elinden kurtulmak için önlerinde tek seçenek var: Bir Gujar kadınının affedilmek için onlara yalvarması. Aile bireyleri bu iş için en uygun kişinin Mukhtaran olduğuna karar veriyor. O 28 yaşında boşanmış bir kadın olarak affedilmek için yalvarmaya, onurunun zedelenmesine en uygun aday.

Mukhtaran’ın bu karara karşı çıkma şansı yok, çünkü onlara öğretilen tek şey “sessiz” kalmak.

“Erkekler kararları verir, yönetir, uygular ve yargılar”.

22 Haziran gecesi babası ve amcasıyla birlikte af dilemek üzere Mastoilerin çiftliğine doğru yola çıkıyor Mukhtaran. Çiftliğe vardıklarında büyük bir kalabalık onları bekliyor. Klan lideri Faiz Muhammed’in emriyle Mukhtaran’ın çok önceden kesilmiş cezası uygulanıyor: Toplu Tecavüz!

O gece yüzlerce kişinin gözlerinin önünde yaka paça bir ahıra sürüklenerek, dört kişinin tecavüzüne uğruyor Mukhtaran. Bu cezalandırma yöntemi onların yaşadığı toplumda ne ilk ne de son.  

“Sebebi ne olursa olsun(boşanma, zina veya erkekler arasındaki hesaplaşma) kadınlar çok ağır bedeller öder. Bir suçun tazminatı olarak verilebilir veya kocalarının düşmanları tarafından bir misilleme şekli olarak tecavüze uğrayabilirler.”

Ne kolluk kuvvetleri, ne yasalar ne de aileleri koruyabiliyor onları. Tamamen yalnız ve çaresizler. Tecavüz edenin değil, tecavüze uğrayanın suçlandığı, aşağılandığı, hor görüldüğü bir yaşamın içinde nefes alabilmenin imkanı yok, onlar için tek bir kurtuluş var: Ölüm.  

Köyün Mollası Cuma namazı sırasında verdiği vaazda yaşananları dile getirmeseydi, orada o an bir muhabir olmasaydı, muhabirin yaptığı haber tüm dünyaya yayılmasaydı Mukhtaran’ın hikayesi de böyle sonuçlanabilirdi. Ama artık yalnız değildi, arkasında dünya basını vardı ve o bunun verdiği güçle ölümü değil, savaşmayı seçti.

Günler süren sorgular, baskılar, öldürülme korkusu, okuma yazma bilmemesinden dolayı yalan yanlış imzalatılan ifadeler, mahkemeler ve zorlu, uzun bir sürecin ardından gelen adalet!

Mukhtaran’ın hikayesi her ne kadar mutlu! son ile bitse de, dünyada aynı muameye maruz bırakılan binlerce, on binlerce kadın var. Hepsi sessizce kaderlerine razı oluyor. Sesini çıkarmaya cesaret edenlerin ise birçoğu ya öldürülüyor, ya da suçlu duruma getirilip toplum tarafından dışlanıyor. Kız çocuklarının okutulmadığı, erkeklere hizmet etmek için büyütüldüğü, mal gibi alınıp satıldığı, namusunu, şerefini, haysiyetini! korumak için bir başkasının karısına, kızına tecavüz eden ve namus adına yapılan namussuzlukları meşrulaştıran insanların yaşadığı topraklarda kadınların seslerini çıkarmaya hakları yok.

Ve ne yazık ki, kadınlara ikinci sınıf insan muamelesi yapan bu zihniyet değişmediği sürece bu olaylar yaşanmaya devam edecek.

Toplumu değiştirebilmek için önce biz değişmeliyiz. Çocuklarımızı yetiştirirken ailelerimizden miras aldığımız cinsiyet ayrımcılığını bir yana bırakıp, öğretilmiş çaresizliğimizden kurtulmalıyız. Kızlarımıza kendilerini ezdirmemeyi, kendilerini savunmayı, seslerini çıkartmayı öğretmeliyiz. Oğullarımıza kız kardeşleriyle eşit haklara sahip olduklarını, bedenen daha güçlü olmalarının kadınları ezebilecekleri, onlara her türlü iğrençliği yapabilecekleri anlamına gelmediğini anlatmalıyız. Namus adına işlenen cinayetlerin, atılan dayakların, istismarların, tecavüzlerin en büyük namussuzluk olduğunu haykırmalıyız.

Dünyada adaleti sağlamak için, önce evimizden başlamalıyız…

Her türlü sömürünün son bulduğu, saygının, sevginin ve emeğin kazandığı adil bir dünya dileğiyle, 1857 yılının 8 Mart’ında daha insanca bir yaşamın mücadelesini verirken hayatlarını kaybeden 129 işçiyi saygıyla anıyorum…

Buket Özsanat
20 Eylül 2022 Salı
1135 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?