Savaş ve Barıştan bir kesit

Kitap Alıntıları
Savaş ve Barıştan bir kesit

Tutukluları, Prens Sçerbatof'un evinden ve doğruca Bakireler Alanı'ndan aşağıya yönelip Deviçi Manastırı'ndan sola doğru götürerek içinde dikili bir direk bulunan bir sebze bahçesine soktular. Direğin ötesinde, yeni kazılmış bir çukur vardı. Çukurun ve direğin yanında bir çember oluşturmuş büyük bir kalabalık vardı. Kalabalığın az bir kısmı Ruslardan, çoğu da Napolyon'un görevde olmayan askerlerinden, çeşitli üniformalar giymiş Almanlar'dan, Italyanlar'dan, Fransızlardan oluşuyordu. Mavi üniformalı, kırmızı apoletli, tozluklu ve tolgalı iki dizi Fransız askeri de direğin sağında ve solunda yer almıştı.

Tutukluları listedeki sıra uyarınca (Piyer altıncıydı) sıraya dizdiler ve direğin yanına götürdüler. Her iki yanda da, aynı zamanda bir trampet sesi duyuldu. Piyer'e bu trampet sesiyle, sanki ruhunun yarısı kopup gitti gibi geldi. Düşünme, akıl yürütme yeteneğini yitirmişti. Yalnızca görebiliyor ve işitebiliyordu. Her şeyin bir an önce olup bitmesinden başka isteği yoktu. Dönüp yanındakilere baktı; dikkatle süzdü onları.

En başta duran iki kişinin saçları dibinden kesilmişti. Biri uzun boylu ve zayıftı; öteki yağız, kıllı, kasları iyice gelişmiş, yassı burunluydu. Üçüncüsü, kırk beş yaşlarında, saçları ağarmaya başlamış, etine dolgun, iyice semirmiş bir hizmetçiydi. Ondan sonraki yelpaze gibi sarı sakallı, siyah gözlü, çok yakışıklı bir köylüydü. Beşincisi, hırka giymiş, ufak tefek, zayıf, on sekiz yaşlarında bir fabrika işçisiydi.

Piyer, Fransızların, 'birer birer mi, ikişer ikişer mi kurşuna dizsek?' diye tartıştıklarını duydu. Yüksek rütbeli bir subay, soğuk ve sakin bir sesle:

"İkişer ikişer," diye komut verdi. Askerler arasında bir kıpırdanma oldu; herkesin telaşlandığı belliydi. Ama, herkesin anlayabileceği bir işi yaparkenki gibi değil, yapılması zorunlu ama tatsız ve anlaşılmaz bir işi yaparkenki gibi davranıyorlardı.

Pazubentli bir Fransız görevlisi, tutukluların oluşturduğu dizinin sağ yanından yaklaştı ve kararı hem Rusça, hem Fransızca okudu.

Sonra dört Fransız, tutuklulara yaklaştı. Subay, işaret eder etmez, Fransızlar baştaki iki tutukluyu aldılar. Tutuklular, direğe yaklaşınca durdular; torbalar getirilirken, yaklaşan avcıya bakan bir yaralı hayvan gibi çevrelerine bakınıyorlardı. Biri, durmadan haç çıkarıyor, öteki sırtını kaşıyor, gülümser gibi dudaklarını oynatıp duruyordu. Askerler, çabucak, tutukluların gözlerini bağlamaya, torbaları boyunlarına geçirmeye koyuldular; sonra onları direğe bağladılar.

Silahlı on iki nişancı er, sert adımlarla saftan çıkıp direğe sekiz adım kala durdu. Piyer, olacak şeyi görmemek için başını çevirdi. Sonra kendisine korkunç, gök gürültüsünden daha güçlü gelen bir patlama ve çatırtı duydu; başını çevirip baktı. Çevreye bir duman yayılmıştı ve sararmış yüzlü Fransızlar, titreyen ellerle, çukurun yanında bir şeyler yapıyorlardı. Öteki iki kişiyi de götürdüler. Bu iki tutuklu da, boş yere, sessizce, yardım isteyerek, neler olduğunu anlayamadan ve buna inanamadan, herkese aynı biçimde, aynı gözlerle bakıyorlardı. Çünkü yaşamın kendileri için ne olduğunu yalnızca kendileri biliyorlardı ve bundan ötürü, onun kendilerinden alınabileceğini anlayamıyorlar, buna inanamıyorlardı.

Piyer, bakmaya çalıştı ve başını yeniden çevirdi; kulaklarında korkunç bir patlama daha çınladı; gürültüyle birlikte dumanı, kanı, direğin yanında birbirlerini iterek titrek elleriyle gene bir şeyler yapan Fransızların ürkmüş yüzlerini gördü. Zorlukla soluk alan Piyer, 'bu ne' der gibi çevresine baktı. Bakışlarıyla kesişen bütün gözlerde aynı soru okunuyordu.

Bütün Rusların, bütün Fransız subay ve askerlerinin, evet, herkesin yüzünde, kendi içindeki korkuyu, dehşeti, çatışmayı gördü Piyer. 'Peki, bunu kim yapıyor? Hepsi de benim gibi acı çekiyor. Kim yapıyor, kim?' diye bir soru yanıp söndü içinde.

"86. Alay nişancı erleri, ileri!" diye bağırdı biri.

Piyer'in yanında duran beşinciyi tek olarak götürdüler. Piyer, kurtulduğunu, kendisinin ve geri kalan bütün ötekilerin buraya yalnızca idamda bulunsunlar diye getirildiklerini anlamadı. Durmadan artan bir korkuyla ve herhangi bir sevinç ya da rahatlama duymaksızın çevresine ne oluyor diye bakıyordu. Beşinci, hırkalı fabrika işçisiydi. Kendisini tuttukları zaman irkildi; Piyer'e sarıldı (silkinerek kurtuldu Piyer); yürüyecek gücü yoktu, koltuklarına girip sürüklediler; bağırarak bir şeyler söylüyordu. Direğin yanına götürülünce birden sesi kesildi. Ansızın bir şeyler anlamıştı sanki. Belki bağırmanın işe yaramayacağını, belki de insanların kendisini öldürmesinin olanaksız olduğunu düşünmüştü. Direğin dibinde durdu, ötekiler gibi gözlerinin bağlanmasını beklemeye, yaralı bir hayvan gibi ateş saçan gözlerle çevresine bakınmaya başladı.

Piyer, başını öteye çevirmiyordu artık; gözlerini kapadı. Bu beşinci cinayette, kendisinin ve bütün kalabalığın merak ve heyecanı doruğa ulaşmıştı. Ötekiler gibi bu beşinci de sakin görünüyordu; hırkasına sarılmıştı ve çıplak ayaklarının biriyle ötekini kaşıyordu.

Gözleri bağlanırken, ensesini acıtan düğümü kendisi düzeltti. Gövdesini, kanlı direğe dayadıkları zaman kendini arkaya verdi; pek rahat edemediği için doğruldu, ayaklarını bir hizaya getirip arkasına rahatça yaslandı. Piyer, dikkatle ona bakıyor ve en küçük hareketini bile gözden kaçırmıyordu.

Komut verilmiş ve sekiz tüfek patlamış olmalıydı. Ama Piyer, daha sonraları büyük çaba harcamasına karşın, tüfek sesi duyduğunu, anımsayamamıştı. İşçi çocuğun birden gövdesini iplere bıraktığını, iki yerden kan sızdığını, sarkan gövdenin ağırlığıyla iplerin gevşediğini, işçinin doğal olmayan bir biçimde başını eğerek bir ayağını büküp çöktüğünü görmüştü. Piyer, direğe doğru koştu. Onu kimse tutmadı. Ürküye kapılmış, sararmış insanlar, işçinin çevresinde bir şeyler yapıyorlardı. İpleri çözerken, yaşlı, palabıyık bir Fransız'ın alt çenesi titriyordu. Ceset yere yığıldı. Askerler şaşkınlık ve telaşla direğin arkasına sürüklediler onu ve çukura ittiler.

İşledikleri cinayetin izlerini bir an önce ortadan kaldırmaları gereken caniler olduklarını kesinlikle ve apaçık biçimde hepsi biliyordu.

Piyer, çukura göz attı; işçinin, dizlerini başına yakın gelecek biçimde kalkmış olarak ve bir omzu ötekinden yukarıda, yattığını gördü. Bu omuz titriyordu ve ölçülü bir biçimde inip kalkıyordu. Ama küreklerle atılan toprak, gövdenin tümünü neredeyse örtmüştü. Askerlerden biri, geri çekilmesi için Piyer'e kızgınlıkla bağırdı. Ama Piyer, onun ne dediğini anlamadı, direğin dibinde durdu; kimse oradan kovamıyordu onu.

Çukur ağzına kadar dolunca bir komut yükseldi. Piyer'i yerine götürdüler. Direğin iki yanında sıralanan Fransız askerleri yarım dönüş yaparak direğin yanından geçmeye başladılar. Yuvarlağın ortasında duran yirmi dört nişancı eri, bölükleri yanlarından geçerken koşaradım yerlerini aldılar.

Piyer, anlamsız gözlerle, yuvarlaktan çıkarak ikişer ikişer koşan bu erlere bakıyordu. Bir kişinin dışında hepsi bölüklerine katıldılar. Benzi sapsarı, tolgası arkaya kaymış genç bir asker, tüfeğini indirmiş, çukurun karşısında, ateş ettiği yerde hâlâ duruyordu. Dengesini koruyabilmek için, tıpkı bir sarhoş gibi, ileri geri sallanıyordu. Yaşlı bir asker, bir erbaş diziden çıkıp koştu; genç askeri omzundan kavrayıp bölüğe sürükledi. Rus ve Fransız kalabalığı dağılmaya başlamıştı. Hepsi, sessiz ve başları önlerine eğik olarak yürüyorlardı.

Fransızlardan biri: "Bu, onlara, kundakçılık neymiş öğretir!" dedi. Piyer, bunları söyleyene baktı. Yapılanlar karşısında kendini avutmaya çalışan ama bunu da başaramayan bir askerdi bu. Sözünü bitirmeden elini salladı ve uzaklaştı.

Lev Nikolayeviç Tolstoy
Savaş ve Barış
Sis Yayıncılık

2.Cilt, Sayfa: 431-435

6 Mart 2016 Pazar
2027 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?