
Fi – Çi – Pi serisi nihayet bitti… Üçlemenin en ağır ilerleyen kitabı oldu Pi…
Bölümsel olarak bakıldığında, yerinde tespitler, psikolojik incelemeler, toplum, devlet, birey sorgulamaları ve altı çizilecek bir dolu paragraf bulunuyor üçlemede… Ancak kitabın geneline baktığımda “ne ÅŸiÅŸ yansın, ne kebap” duygusu uyandırdı bende… Din, evrim, evren, varoluÅŸ, hayata geliÅŸ amacı hepsi iç içe geçmiÅŸ, birbirine harmanlanmaya çalışılmış sevgi(!) ve inançla(!) birlikte. Her ne kadar içinde bir çok olumsuzluÄŸu barındırsa da zenginlerin dünyasında toz pembe bir yaÅŸam çizilmiÅŸ üçlemede.
Toplumdan bahsederken o toplumun bireyleriyle empati kurmak gerektiÄŸini düÅŸünenlerdenim. Özellikle her insanın yaÅŸamak için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılayabildiÄŸini, herkesin bir ÅŸekilde yaÅŸayabildiÄŸini ancak buna anlam katabilmek için sanatın devreye girmesi gerektiÄŸini anlatan bölüm empatiden yoksun, toplum gerçeklerini yadsıyan bir anlatım tarzına sahip. Evet, sanat ile farkındalık yaratılabilir, sanat toplumların geliÅŸiminde büyük rol oynar ancak bahsedilen toplumun öncelikle belirli bir refah seviyesine ulaÅŸması gerekiyor bunları fark edebilmesi için. Sokakta çöplerden yemek artığı toplayan, gece parklarda yatmak zorunda kalan, evine üç kuruÅŸ para götürebilmek için köle gibi çalışıp, ay sonunu getiremeyen insanlara ne kadar sanat yapsanız da boÅŸ.
Sonuç olarak genel düÅŸünce tarzını sevmediÄŸim, yapısını benimseyemediÄŸim, bolca alıntı yaptığım bir seri oldu benim için...
Fi | Alıntılar
Can: Bizi içimizdeki Tanrı'ya yaklaÅŸtıran ÅŸeyle, diÄŸer insanlardan ayıran ÅŸey aynı: merakımız... Potansiyelimiz merakımızdan doÄŸuyor. Sonunda merak ettiÄŸimiz ÅŸeylere dönüÅŸüyoruz. Neyi, niye merak ettiÄŸimiz, kimliÄŸimizi oluÅŸturuyor. Beni sevmiyorlar, sadece merak ediyorlar. Ama onlarınki, merkezinden sapmış, sapkın bir merak o kadar! DeÄŸersiz, sadece televizyondayım diye!
Ali : Televizyon, bu günlerde olunabilecek en güçlü yer. Tanrılar yeryüzüne inseydi yaÅŸamayı seçecekleri tek yer televizyon olurdu, izlenecek kadar yakın, ulaşılamayacak kadar uzak. Åžöhret bir Tanrı'ya hayat veren ilk ÅŸey ikincisiyse insanlarda uyandırdığı inanç. Sizde ikisi de var, üstelik insan olmanıza raÄŸmen.
Yapmamız gerektiÄŸini düÅŸündüÄŸümüz, inandırıldığımız ÅŸeyleri ve yapacak baÅŸka bir iÅŸimiz olmadığı zamanlarda yapmayı seçtiÄŸimiz ÅŸeyleri düÅŸününce içi sıkıldı Ali'nin... İnsanlık boktan bir durumdaydı... Açlık, kazalar, hastalıklar ve ölümler yüzünden deÄŸil! Üzerinde çalışmak için geldiÄŸimiz kimlik bilincimizin bir köÅŸeye itilip tüm anlamsız ÅŸeylerin merak edilir hale getirilmesindendi. KaybolmuÅŸtuk. Kendi dünyamızda kendimize yabancı ve gündelik yaÅŸantının buyurduklarına teslimdik.
...... hayat, aslında sihre izin vermeyecek ÅŸekilde tasarlanmıştı. Uzaktan bizi büyüleyen ÅŸeyler, yaklaÅŸtıkça sihirlerini kaybederlerdi.
(Can)
Kurallar koyup sınırlar çizip kendi varlığını korumak üzere geri kalan her ÅŸeyi yok etmeye hazır, korkusuz görünen ama aslında korkuyu su gibi içen, korkuyla beslenen bir avuç bakteriyiz biz.
(Deniz)
Toplum daha önce hiç bu kadar iyi çalışmamıştı, size ya da dünyaya zarar veriyor olması, dizayn edildiÄŸi ÅŸeyi çok iyi yapıyor olduÄŸu gerçeÄŸini örtmez. İnsanlar, toplumun hep iyi ÅŸeyler yaptığını falan sanırlar ama toplum dediÄŸin ÅŸey, içinde topladığı insanları, kendi var olabilme ihtiyacına göre harekete geçirmek üzere dizayn edilmiÅŸ bir sistem. İyilikle falan alakası yok, hayatta kalmak için bir araya gelmiÅŸ ve gerektiÄŸinde en zayıfı kurban etmem üzere bir sistem kurmuÅŸ tepedeki insanlardan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil. (
(Deniz)
Pi | Alıntılar
Binlerce yıldır kendini rahatlatmak için kendine yalan söyleyerek evrimleÅŸmiÅŸ beyinlerin organizmalarıydık. İşimize gelmeyen hesaplara girmemek, bizi strese sürükleyen konularla yüzleÅŸmemek varoluÅŸumuzun bir parçasıydı. Kendine yalan söyleyebildiÄŸi için kendine katlanabiliyordu insan. İnsanlığın alışkanlığıydı bu, kiÅŸinin kendine söylediÄŸi yalanlara inanması, aklına gelen mantıklı seçenekleri eleyip kendini huzura bırakması...
Sayfa:45 (Bilge)
Bunların taktiÄŸi, dikkati baÅŸka yöne çekip adamı seyirci yapmaktır. Kafa karıştırarak, bilgiyi saptırarak sinsi bir virüs gibi girerler akıllara, ne kadar çabalarsan çabala hiçbir ÅŸeye etki etmeyeceÄŸine, hiçbir ÅŸeyi deÄŸiÅŸtiremeyeceÄŸine inandırırlar seni ve iÅŸte o zaman üÅŸengeçlik iner yüreÄŸine... Gitmesem de olur dersin... Olacaksa zaten olur dersin! Ve ancak o zaman kazanırlar. Sen seyrederken yaÄŸmalarlar...
Sayfa:41 (Muammer Bey)
Kimliksizlikti insanı parazitleÅŸtiren, ben olmadan biz olabileceÄŸini sanıp biat eden bakteri kitlelerine çeviren. Önüne konulanı sorgusuz izleyen, izlediÄŸinden etkilenip varlığını tüketime adayan, aldığı ayakkabıyla, bindiÄŸi arabayla mutlu olabileceÄŸini sanan, sanki hiç yaÅŸamamış gibi ölen zavallı bir organizmaydı...
Sayfa:58 (Deniz)
Devletten daha büyük bir tehlike yoktu, halktan para kazanmaya çalışan biri için. Halkın haraççısıydı devlet. Kimin kimden ne alacağına, ne zaman ve ne kadar alacağına karar veriyordu, kendi yüzdesini de vergi adı altında ekliyordu. Vergilerle yapıldığı halde hala geçmek için para ödenen köprülerin, yolların ülkesiydi burası.
Vergilerin toplandığı devlet bankasının, baÅŸbakanın dostlarına holdingler kurmaları için halkın parasını faizsiz olarak hediye ettiÄŸi hakların ülkesiydi burası.
Tapularının bir gecede vakıflara hediye edildiÄŸi devlet arazilerinin ülkesiydi burası.
..........
Sonuçta hakkını sahip çıkamayan, kandırıldığını bildiÄŸi halde kıçını kaldırmayan uyuÅŸukların ülkesiydi burası! Sahip çıkmayı bilmeyen, hareket ederek deÄŸil ÅŸikayet ederek rahatlayanların ülkesi...
Sayfa:226 (Sadık Murat Kolhan)
HissettiÄŸi yenilmiÅŸliÄŸi kaç kiÅŸi hissetmiÅŸti bu gezegende daha önce ve kaç kiÅŸinin içi titremiÅŸti, binlerce yıldır sürprizsiz doÄŸan güneÅŸin ışıklarına, çaresizlikle bakarken...
Kaç kiÅŸi deÄŸiÅŸtirmeye çalıştığı kötülüÄŸün peÅŸinde heba etmiÅŸti sevdiklerini, kendini böylesine aptal hissetmiÅŸ, böylesine gömülmüÅŸtü kendi ÅŸiddetinde patlarcasına kendi içine...
Kaç kiÅŸinin bedeni duyguları yutan bir kara deliÄŸe dönmüÅŸtü... kaç kiÅŸi yaÅŸarken ölmüÅŸtü...
Sayfa:290 (Özge)
Nefret ediyordu insanlardan! Dünyanın sahibi sanıyorlardı kendilerini. Her yeri ele geçirdikleri yetmiyormuÅŸ gibi sokakta hayatta kalmaya çalışan hayvanlara bile katlanamıyorlardı. Lüks arabalarının içinde giderken çarpıp geçiyorlar, acı içinde bıraktıkları hayvana yardım için bile durmuyorlardı. Dünya iÄŸrenç bir yerdi yaÅŸamak için. “Aferin olum! Aferin!” diyen çığlığı duyduÄŸunda yukarı kaldırmadı kafasını, ÅŸu garip teyze yine pencereden kendisine sesleniyordu. Bu kadın bir gün sussaydı! Bir de bunlar vardı: Kendi kıçlarını kaldırıp hiçbir bok yapmayıp habire alkış tutanlar! Yanlışı görüp sessiz kalan herkes gibi asıl bunlar yanlışı yapanlardan bile beterdi.
Sayfa:446 (Göksel)
Buket Özsanat