
SavaÅŸ ve Barış yıllardır kitaplığımda duran ancak bir türlü okuyamadığım, her gördüÄŸümde bunu en kısa zamanda okumalıyım dediÄŸim, hep ötelediÄŸim bir kitaptı.
Konstantin Simonov'un İnsan Asker DoÄŸmaz'ını okurken satır aralarında SavaÅŸ ve Barış'a rastlayınca, daha fazla ertelememeye karar verdim ve yaklaşık bir buçuk ay süren uzun bir yolculuÄŸa çıktım Tolstoy’la.
1805 yılı Temmuz’unda Anna Pavlovna Serter’in düzenlediÄŸi suareyle baÅŸlayan SavaÅŸ ve Barış’ın ilk 100 sayfalık bölümünde ister istemez bir isim kargaÅŸası yaÅŸanıyor. İsim hafızası zayıf biri olarak, Rus isimlerinin karmaşık yapılarını da bildiÄŸimden dolayı, kitabın ilk sayfalarından itibaren isimleri not etmeye baÅŸlayarak bu kargaÅŸayı kendimce en aza indirdim.
Kitapla ilgili yorumlarda ilk yüz-yüzelli sayfanın gereksizliÄŸinden ve sıkıcılığından dem vurulsa da, genel anlamda bakıldığında ana karakterleri okuyucuya tanıtmak açısından çok doÄŸru bir yol izlemiÅŸ Tolstoy. Sabredip, kitabı okumaya devam ederseniz, ilk sayfalarda yüzeysel olarak tanıştığınız karakterlerin, yavaÅŸ yavaÅŸ iç dünyalarına, yaÅŸam görüÅŸlerine, kiÅŸiliklerine uzanan bir yolculuÄŸun içinde bulacaksınız kendinizi.
SavaÅŸ ve Barış yapı itibariyle Rus – Fransız savaşını konu alsa da karakter zenginliÄŸi (içinde 500’e yakın karakter olduÄŸu söyleniyor) ve kiÅŸilik analizleriyle savaÅŸ kitabı olmanın ötesinde bir özellik taşıyor. Savaşın yıkımlarını, barış dönemlerinde ki tutumları, yaÄŸmacılığı, aÅŸkı, çıkar iliÅŸkilerini, deÄŸiÅŸen duyguları, düÅŸünceleri, iç çatışmaları akıcı bir kurguyla aktarıyor Tolstoy. Aralara serpiÅŸtirilen bölümlerde ve yaklaşık elli sayfalık (benim keÅŸke olmasaydı dediÄŸim) son bölümünde yazarın, özgürlüÄŸe, savaÅŸa, yaÅŸama dair kendi düÅŸünceleri ve tarihçilere getirdiÄŸi eleÅŸtirilerle karşılaşıyorsunuz.
Tolstoy, savaÅŸ öncesinde yapılan planların, stratejilerin sadece kağıt üzerinde kaldığının, bir satranç oyuncusu gözüyle bakıldığında dahi, her türlü olasılığın düÅŸünülemeyeceÄŸinin, pratikte bunların uygulanabilmesinin mümkün olmadığının, askerlerin motivasyonunun bir çok ÅŸeyi etkileyeceÄŸinin, taraflar arasındaki güç dengesini yanlış taraftan esen bir rüzgarın dahi deÄŸiÅŸtirebileceÄŸinin altını çiziyor ve satır aralarında savaşı baÅŸlatan gücün tek bir kiÅŸinin elinde olmadığını, Napolyon’un yada Çar Aleksandr’ın diÄŸer koÅŸullar oluÅŸmadığı takdirde tek baÅŸlarına savaşı baÅŸlatamayacaklarını sıklıkla vurguluyor.
Bunların yanı sıra, insanları birbirini öldürmeye iten gücün ne olduÄŸunu, insanların iÅŸlerini güçlerini bırakıp neden Avrupa'nın bir ucundan öteki ucuna akın ederek, soygunculuk, yaÄŸmacılık yaptığını da sorguluyor.
1789'da Paris'te bir ayaklanma baÅŸlıyor; bu ayaklanma büyüyor, taşıyor, dalgalanıyor ve kendi halklarını batıdan doÄŸuya doÄŸru akınlarıyla somutlaÅŸtırıyor. Bu eylem birkaç kez doÄŸuya yöneliyor ve orada doÄŸudan batıya yönelen karşı eylemle çatışıyor; 1812 yılında bu çatışma en son sınırına, yani Moskova'ya kadar sürüp gidiyor; sonra da doÄŸudan batıya, ÅŸaşılacak bir simetriyle ona büsbütün karşıt bir eylem ortaya çıkıyor ve gene tıpkı birincisi gibi, bu da peÅŸinden orada bulunan halkları sürüp götürüyor. Sonunda karşıt olan eylem, batıdan gelen eylem doÄŸduÄŸu noktaya, Paris'e varıyor ve orada duruluyor. Bu yirmi yıllık dönem içinde, sayısız denecek kadar çok tarla sürülmemiÅŸ durumda bırakılıyor, evler yakılıyor; ticaret yönünü deÄŸiÅŸtiriyor; milyonlarca insan yoksullaşıyor, milyonlarca insan zenginleÅŸiyor ya da oradan oraya taşınıyor ve insan kardeÅŸlerine karşı sevgi duymayı bir yasa sayan milyonlarca Hıristiyan birbirlerini öldürüyorlar. Ne anlama geliyor peki bunlar? Bütün bunlar niçin ortaya çıkmıştır? İnsanları, evleri yakmaya ve insan kardeÅŸlerini öldürmeye sürükleyen nedir? Bu olayların nedenleri ne olmuÅŸtur? Nedir insanları böyle davranışlarda bulunmaya zorlayan güç? (2. Cilt, sayfa 702)
Uygarlık tarihi bize yazarın ya da devrimcinin düÅŸüncelerini, yaÅŸam koÅŸullarını ve eÄŸilimlerini açıklayabilir. ÖrneÄŸin Luther'in çabuk öfkelenen karakterde olduÄŸunu, falan söylevleri verdiÄŸini, Rousseau'nun kimseye kolay kolay güvenen bir kiÅŸi olmadığını ve belirli birtakım kitapları yazmış olduÄŸunu öÄŸreniyoruz; ama Reform ertesinde halkların niçin kılıçtan geçirildiÄŸini, Fransız Devrimi sırasında insanları niçin boÄŸazladıklarını bilemiyoruz. (2. Cilt, sayfa 719)
Tarihsel süreç, savaÅŸ ortamı, Napolyon ve Aleksandr’ın eylemlerinin yanı sıra, farklı karakterleriyle de akıllardan silinmeyecek bir roman SavaÅŸ ve Barış.
Kitap içindeki her karakter ayrı ayrı incelenmeye deÄŸer. Ama kitap boyunca beni en çok etkileyen ve ona ait bölümlerin gelmesi için sabırsızlık duyduÄŸum karakter Piyer Bezuhof oldu. Kont Kiril Vladimiroviç Bezuhof’un gayri meÅŸru oÄŸlu olan Piyer, babasının ölüm döÅŸeÄŸindeki vasiyeti ile meÅŸruluÄŸunu kazanıp, hiç umursamadığı hatta har vurup harman savurduÄŸu büyük bir servetin sahibi oluyor. Üst tabaka tarafından sevilmeyen, konuÅŸulmaya deÄŸer görülmeyen Piyer, zengin oluÅŸuyla birlikte yüksek sosyetede kabul görmeye baÅŸlıyor ve kızlarını onunla evlendirmek isteyen Kontların, Prenslerin arasında kalıyor. Piyer’in saflığı, mütevaziliÄŸi, herkesi sevmeye yönelen, kimseyi kıramayan temiz kalbi, anlam arayışları, mutluluÄŸa ve huzura erebilme umuduyla dine inanmıyorken mason oluÅŸu, bir anda cepheye gitmeye karar vermesi, Moskova Fransızların eline geçtiÄŸinde diÄŸerleri gibi kaçmak yerine Moskova’da kalıp yapısına uymadığı halde Napolyon’u öldürme planları yapması, esir düÅŸüÅŸü ve bu sırada yaÅŸadığı deÄŸiÅŸimler, tekrar tekrar okunası türden.
Ne kadar yürüdüÄŸünü, nereye götürüldüÄŸünü de bilmiyordu. Bilincini büsbütün yitirmiÅŸ, aptallaÅŸmış bir durumda, çevresindeki hiçbir ÅŸeyi görmeden, ötekilerle birlikte o da ayaklarını sürüyor ve ötekiler durunca o da duruyordu. Bütün bu süre boyunca bir tek ÅŸey düÅŸünüyordu. Kimdi onu idama mahkûm eden? (…)Bütün anılarıyla, istekleriyle, özlemleriyle, düÅŸünceleriyle birlikte idam etmek, öldürmek, yaÅŸamdan yoksun kılmak isteyen kimdi onu? Bunu yapan kimdi? Hiç kimse olduÄŸunu düÅŸünüyordu Piyer. Kurulu düzendi bu, koÅŸulların bir araya geliÅŸiydi. Bu bilinmedik düzen öldürüyordu onu; Piyer'i yaÅŸamdan yoksun bırakıyordu, yok ediyordu. (2.Cilt, sayfa 431)
Piyer, tutsak düÅŸeli dört hafta olmuÅŸtu. Fransızların, kendisini subay barakasına geçirmeleri konusundaki önerilerini kabul etmemiÅŸ, er barakasında kalmıştı. (…)Eskiden boÅŸuna aradığı huzura ve kendinden hoÅŸnutluk duymaya, burada kavuÅŸmuÅŸtu. Borodino Savaşı'nda erlerde görüp de hayran kaldığı iç huzurunu her yerde; iyilikseverlikte, Masonlukta, kibarlar dünyasının eÄŸlencelerinde, ÅŸarapta, yiÄŸitçe özverili davranışlarında, NataÅŸa'ya olan romantik aÅŸkında arayıp durmuÅŸtu; düÅŸünce yoluyla da varmak istemiÅŸti buna. Ama bütün bu giriÅŸimleri ve arayışları düÅŸ kırıklığıyla sonuçlanmıştı. Åžimdiyse bu iç huzuru, ölüm korkusuyla, yoksunluklarla ve Karatayef'in ruhunu kavrayıp anlamaktan kaynaklanan derin düÅŸüncelere dalmada bulmuÅŸtu. 'Rusya ile yaz, birlikte olmaz!' diyerek Karatayef'in sözünü yineliyor ve böylece kendini avutuyordu. (…) Acıların bulunmayışı, ihtiyaçların giderilmesi ve bunun sonucu olarak uÄŸraÅŸların, yani yaÅŸama biçimini seçme özgürlüÄŸü, insanoÄŸlunun en yüksek ve tartışılmaz mutluluÄŸu gibi görünüyordu ona. Acıkınca yemenin, susayınca içmenin, uykusu gelince uyumanın, soÄŸuk olunca sıcağın, konuÅŸmak ve bir insan sesi duymak isteyince birisiyle konuÅŸmanın tadını ilk olarak tam anlamıyla burada duyuyordu. (…)Daha önce yaÅŸadığı kibarlar dünyasında, zararlı olmasa da sıkıcı olan nitelikleri, güçlü, rahata karşı duyduÄŸu ilgisizlik, dalgınlığı, alçakgönüllülüÄŸü, burada ve bu insanlar arasında, onu nerdeyse bir kahraman haline getiriyordu. (2.Cilt, sayfa 485-487)
Romanın ana karakterlerinden bir diÄŸeri de “Herkes yalnızca kendi düÅŸüncesiyle savaÅŸmış olsa savaÅŸ olmazdı” diyen Prens Andrey Bolkonski. Andrey, Piyer’in aksine üst tabakada (!) sevilen saygı duyulan bir karakter. Onun da arayışları var hayata dair ve o da ilerleyen süreçte Piyer gibi bir deÄŸiÅŸim içinde buluyor kendini. Andrey ve Piyer’in savaÅŸa, hayata, ölüme, varoluÅŸa dair yaptıkları sohbetleri ilgi çekici. Bunun yanı sıra Tolstoy’un, dini inançları olmayan bu iki baÅŸkahramanını dine baÄŸlaması da düÅŸündürücü.
Her bir karakteriyle farklı duygular yaratan bir roman SavaÅŸ ve Barış. NeÅŸeli ve güzel Natalya, vatansever Nikolay, umut ve sabırla aÅŸkına karşılık bekleyen Sonya, huysuz ihtiyar Prens Nikolay Andreyeviç Bolkonski, kendini iyiliÄŸe adayan, fedakar Mariya, güzelliÄŸi ile herkesi kendine hayran bırakan, sadece ÅŸan ÅŸöhret için yaÅŸayan Elen, çapkınlığı ile ün salan Anatol, Dolohof, Boris, Berg ve diÄŸer karakterleri ile insanları esarete sürükleyen deÄŸerleri, açgözlülüÄŸü, aÅŸkı, sadakati, arsızlıkları, yitip giden hayatları ustalıkla aktarıyor okuyucuya Tolstoy.
En etkilendiÄŸim bölümlerden biri Moskova’nın iÅŸgal edildiÄŸi bölüm. Öylesine güçlü anlatılmış ki, bir ÅŸehri arkada bırakıp gitmenin zorluÄŸunu, yaÅŸadığın, sevdiÄŸin, anılarınla dolu olan bir yerin yakılıp, yaÄŸmalanmasını uzaktan seyretmenin iç burukluÄŸunu kendim yaÅŸamışçasına hissettim. Hiç gitmediÄŸim bilmediÄŸim bir ÅŸehir olmasına raÄŸmen, gözümde canlandı tüm kareler, sanki oradaydım ve bir baÅŸkası deÄŸil bendim evlerin yaÄŸmalanışını, Moskova’nın yanışını izleyen.
Birde Piyer’in yaÅŸananları bir türlü anlamlandıramadığı idama götürülüÅŸ sahnesi var, Piyer’in gözünden aktarılan. O bölümde oldukça etkileyiciydi. Biraz uzun olduÄŸu için burada yayınlamayı uygun görmedim, okumak isteyenler buraya tıklayarak ulaÅŸabilirler bölüme. Kitabın bütünü olmadan tek başına yeterince anlam ifade etmeyecektir muhtemelen, ancak okumuÅŸ olanlar için bir nevi hatırlatma olacaktır.
Sis Yayıncılığın 1500 sayfalık “Tam Metin” olarak nitelediÄŸi 2010 yılı baskısından okudum SavaÅŸ ve Barış’ı. Kitabın tam metninin ikibin sayfanın üstünde olduÄŸunu belirten yorumları okuduÄŸumda elimdeki kitabın tam metin olduÄŸundan ÅŸüpheye düÅŸtüm. Ancak bazı yayınevlerinin Fransızca metinleri olduÄŸu gibi yazıp, dipnotlarda Türkçeye çevirmiÅŸ olduklarını görüp, baskı ve kitap boyutunun da sayfa sayısı üzerindeki etkisini düÅŸündüÄŸümde, ÅŸüphelerim silindi. Sis yayıncılığın baskısında dipnot yok. Çok fazla dipnot olan kitapları okumak benim için zorlayıcı bir etken oluyor. Dipnotları takip etmeye çalışırken kitaptan kopuyorum, bu nedenle elimdeki baskının benim açımdan tek iyi yönü dipnot olmaması. Onun dışında, kitabın geneline hakim olmasa da, anlamsız cümle yapıları, cümle arasında unutulmuÅŸ fazla kelimeler, harf ve isim hataları nedeniyle tercih edilmemesi gereken bir baskı olduÄŸunu söyleyebilirim. En basit örneÄŸiyle, Prens Vasili’nin kitabın başında Elen olan kızının adı, ilerleyen sayfalarda Helen’e dönüÅŸüyor, hatta kitabın sonlarına doÄŸru bir yerde Yelena olarak karşınıza çıkıyor. Yayınevlerinin, anlatımı bozan cümle yapıları kurmak, içinde yüzlerce karakteri barındıran bir kitapta isim hatası yapmak gibi bir lüksü olmamalı.
Yapısı, anlatım biçimi, sayfa sayısı itibariyle özenle çevrilmesi ve baskıya hazırlanması gereken bir kitap SavaÅŸ ve Barış. Bu nedenle almadan önce yayıneviyle ilgili yorumlara bakmanızı ve iyice araÅŸtırmanızı öneririm.
Ataol BehramoÄŸlu'ndan...
"hazır ol savaşa
barış istiyorsan eğer..."
bize bunu böyle öÄŸrettiler
bir terslik yok mu sizce bu anlayışta?
barış nasıl uzlaşır savaşla
savaşa hazır olmanın anlamı ne:
beklemek her an parmak tetikte
ve silahlanmak tepeden tırnağa
en yeni yöntemlerle ve durmamacasına
ve boÄŸazlaÅŸmanın hünerlerini
herkes iyice öÄŸrenmeli
bir terslik yok mu sizce bu anlayışta?
ölüm nasıl baÄŸdaşır yaÅŸamla?