
Paris ve Londra’da BeÅŸ Parasız, George Orwell’ın ilk basılan kitabı. 1933 yılında yayınlanmış olan eser, her ne kadar hala tartışılıyor olsa da, Orwell’ın yaÅŸamındaki kesitlerle örtüÅŸtüÄŸü için otobiyografik özellikler taşıyor.
Burma'da polis teÅŸkilatında beÅŸ yıl boyunca görev yaptıktan sonra, oradaki yaÅŸantıya daha fazla tahammül edemeyen Orwell, ailesinin karşı çıkışlarına aldırmadan Paris’e yerleÅŸerek orada İngilizce dersleri veriyor. Tıpkı “Paris ve Londra’da BeÅŸ Parasız”da ki isimsiz anlatıcımız gibi… Kitabın anlatıcısı sıklıkla o çevreye ait olmadığını vurguluyor. KonuÅŸmasıyla kıyafetlerinin uyumsuzluÄŸundan bahsederken daha elit! bir çevreden geldiÄŸinin izlenimlerini uyandırıyor. Kitap geneline bakıldığında parasızlık onun yazgısı deÄŸil seçimi… Tıpkı Aspidistra’da ki Gordon Comstock gibi.
Kitap kiÅŸilerini Orwell ile özdeÅŸleÅŸtirdiÄŸimizde, Orwell’in yaÅŸantısına dair ipuçları da elde etmiÅŸ oluyoruz. Sistem eleÅŸtirisi, paraya karşı bir duruÅŸ, dibe batmak isteyen bir kiÅŸilik ve yazar olma hayalleri…
Paris ve Londra’da BeÅŸ Parasız’ı Can Yayınları’ndan okumuÅŸ olsam da, İthaki Yayınlarının Dervla Murphy imzalı önsözüne de göz attım. Önsözde, Orwell’in Wigan İskelesi Yolu (The Road to Wigan Pier) kitabında 1927 yılında beÅŸ yıl boyunca onaylamadığı bir iÅŸi yapmış olmasından dolayı kendisini batırmak, ezilenlerin yanında yer almak, onları hissetmek istediÄŸi ve birkaç yüz sterlinlik bir yaÅŸamda tutunmayı bir çeÅŸit zorbalık olarak gördüÄŸü belirtilmiÅŸ.
Bu sözler "Paris ve Londrada BeÅŸ Parasız"ın Orwell’in bilinçli yoksulluÄŸunun bir ürünü olarak görülmesini saÄŸlıyor.
Paris’te İngilizce kursu verirken, bir anda kendini beÅŸ parasız olarak bulan, günler boyu açlık çeken, otel mutfaklarında ya da bulaşıkhanelerinde bitmek bilmeyen mesai saatleri içinde çalışan ve hayatı çalışmak ile uyumak arasında yitip giden kitabın anlatıcısı, bir arkadaşının ona iÅŸ bulduÄŸunu söylemesinin ardından İngiltere’ye geçiyor. İngiltere’de iÅŸlerin farklı yürüyeceÄŸini düÅŸünürken, orada kendini daha da berbat bir yaÅŸamın içinde buluyor. BerduÅŸ barınakları, açlıkla mücadele, pisliÄŸin içinde temiz kalabilme çabaları, iliklere iÅŸleyen soÄŸuk ve uykusuz geçen geceler…
Ben yoksulluk hakkında yazıyorum ve yoksullukla ilk temasım bu varoÅŸta gerçekleÅŸti. VaroÅŸ, sefilliÄŸi ve tuhaf hayatlarıyla her ÅŸeyden önce yoksulluk konusunda bir ibret, ardından kendi tecrübelerim için bir arka plandı.
Orwell, dış cepheleri cilalanarak parlatılmış şehirlerin arka sokaklarında olup bitenlere bir nevi ışık tutarken, yoksulluk ile zenginlik arasındaki ayrıştırmalara ya da benzerliklere de değiniyor.
EleÅŸtiri oklarını yine para imparatorluÄŸuna yönelten Orwell, bulaşıkçıları modern dünyanın köleleri olarak nitelendiriyor. Sistemin içinde eriyip giden bu kölelerin düÅŸünmek için bile vakitleri yok. Uzun süreli mesailer ve iÅŸ yükünün ağırlığı karşısında iÅŸ ile uyku arasında bir yaÅŸam süren bu kölelerin dış dünyanın bilincinde olmaları da mümkün deÄŸil. Öylesine yorgunlar ki, düÅŸündükleri tek ÅŸey güzel bir uyku. Kitabın bir bölümünde gece kapısının önünde iÅŸlenen bir cinayetten bahseden anlatıcı, meraklı gözlerle kısa bir süre pencereden aÅŸağıya baktıktan sonra yatağına geri dönüyor ve ÅŸöyle diyor;
“Çalışan insanlardık, bir cinayet uykumuzdan olmamıza deÄŸer miydi?”
Uyuyamazlarsa çalışamazlar, çalışamazlarsa hayatta kalamazlar. YaÅŸam bu kadar basit onlara göre!
Her ne kadar roman olarak nitelendirilse de anı / anlatı tarzında olan kitapta Orwell, dilenciler ve berduÅŸlara yönelik düÅŸüncelerini de dile getiriyor. DilenciliÄŸi de bir meslek olarak nitelendiren Orwell, “iÅŸ” nedir diye sorduktan sonra, aslında birçok saygın mesleÄŸin iÅŸe yaramaz olduÄŸunu ve dilencilerin bir çok satıcıya göre daha dürüst ve dost canlısı olduklarını vurguluyor. BerduÅŸların yaÅŸamının ne kadar zor olduÄŸundan da dem vuran Orwell, açlıkla, soÄŸukla ve insanlarla mücadelenin eziyetinden bahsederken berduÅŸluÄŸun bir seçim deÄŸil, yaÅŸamın getirdiÄŸi bir sonuç olduÄŸundan bahsediyor. Bunları yok etmek ve daha insanca bir yaÅŸam saÄŸlayabilmek için çözüm önerileri de sunuyor.
Kurgu ya da gerçek birçok karakterin ve onların yaÅŸamlarına iliÅŸkin küçük kesitlerin de yer aldığı eser de Orwell ÅŸehrin arka sokaklarında yaÅŸayanların hayatlarını anlatabilmek ve bu duruma düÅŸmelerinin altında yatan nedenleri kavratabilmek için rehberlik yapıyor.
Kitabın son sayfasında yoksulluÄŸu sadece kıyısında gördüÄŸünü söyleyen Orwell kitabını ÅŸu cümlelerle bitiriyor;
“Bütün berduÅŸların ayyaÅŸ pislikler olduklarını asla düÅŸünmeyeceÄŸim, sırf bir peni verdim diye hiçbir dilenciden minnet beklemeyeceÄŸim, iÅŸsiz bir adamın yorgun olmasına ÅŸaşırmayacağım, Selamet Ordusu'na yardım etmeyeceÄŸim, giysilerimi rehine vermeyeceÄŸim, sokakta dağıtılan bir el ilanını geri çevirmeyeceÄŸim, şık bir lokantada keyifle yemek yemeyeceÄŸim. Bu da bir baÅŸlangıç.”
Anlamak için illa yaÅŸamak mı gerekiyor? İnsanların yaÅŸadıkları ortamlarda bulunmadan, hissettiklerini hissetmeden, çektikleri zorlukları çekmeden empati kurabilmek, duygulara ortak olabilmek bu denli zor mu? Belki de gerçekten zor. Her ne kadar anlayabildiÄŸimizi iddia etsek de, kışın ayazında sokakta, bankların üzerinde, üstümüzü sadece gazete kağıtlarıyla örterek, kemiklerimiz sızlayarak uyumayı hayal etmesi bile çok zor. Bazen yaÅŸamak gerekiyor anlamak için. Duymak, görmek, hissetmeye çalışmak yetmiyor. İçinde olmak gerekiyor paylaÅŸabilmek için. Kitabın bir bölümünde ÅŸöyle anlatıyor bu durumu Orwell;
“Her nasılsa dürüst kalmış bir zengine, çalışma ÅŸartlarının iyileÅŸtirilmesiyle ilgili soru sorulduÄŸunda çoÄŸunlukla ÅŸöyle bir yanıt veriyor: "YoksulluÄŸun hoÅŸ bir ÅŸey olmadığını biliyoruz; hatta bize dokunmayacak kadar uzağımızda kaldığı için ne denli tatsız olduÄŸunu düÅŸünerek kahrolmaktan zevk alıyoruz. Ama bu konuda bir ÅŸey yapmamızı beklemeyin. Siz alt sınıflar adına üzülüyoruz, tıpkı uyuz bir kediye üzüldüÄŸümüz gibi; ama ÅŸartlarınızın düzelmesini engellemek için elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Tam da bu halinizle çok daha güvenilir olduÄŸunuz kanaatindeyiz. Åžu anki durum iÅŸimize geliyor ve sizi günde bir saat dahi özgür bırakma riskini göze almayacağız. Bu yüzden, aziz kardeÅŸlerim, madem İtalya seyahatlerimizin masrafını çıkarabilmek için ter dökmeniz gerekiyor, dökün o terleri ve kahrolun.”
Kaç evsizin önünden geçerken kafamızı bir diÄŸer tarafa çevirdik? Ya da kaçımız hüzünlü gözlerle, onların gözlerinin içine bakarken “ahlar, vahlar” etmekten öteye geçebildik? “Ay yazık bu soÄŸukta!” derken, kendi içimizdeki vicdan ateÅŸini söndürmekten baÅŸka ne iÅŸe yaradı acıma belirtisi sözlerimiz? Empati, empati diye dillere pelesenk ettiÄŸimiz sözcük kaçımızın yaÅŸamında gerçek anlamda yer etti?
Orwell, bunları yaÅŸayarak, yoksulluÄŸunun onların yoksulluÄŸunun yanından bile geçemeyeceÄŸinin, isterse çok rahatlıkla kendine kalabilecek bir yer bulabileceÄŸinin kısaca tercihli yoksulluÄŸunun bilinciyle tecrübe etmiÅŸ. Kitap boyunca varoÅŸlarda ki yaÅŸamı, dilencilerin, berduÅŸların yaÅŸamlarını anlatırken, tüm aktarımlarının okurda farkındalık yaratmasını istemiÅŸ, ben bile bunları yaÅŸadım, imkânsızlıkların eÅŸiÄŸindeki yaÅŸamları siz düÅŸünün dercesine…
Okuduklarımızdan ders almak, etrafımızda olup biten her ÅŸeyin farkına varmak ve iÅŸ – ev arasında mekik dokurken modern dünyanın köleleri konumuna düÅŸmeden, düÅŸünebilme yeteneÄŸimizi kaybetmeden var olabilmek dileÄŸiyle, keyifli okumalarınız olsun.
Buket Özsanat