“Utanç”, Güney Afrikalı yazar John Maxwell Coetzee’nin 1999 yılında yayımlanan ve aynı yıl Man Booker Roman Ödülünü alan kitabı. 2001 yılında, İlknur Özdemir çevirisiyle Can Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan eser, 2008 yılında Steve Jacobs tarafından sinemaya uyarlanmış. (Disgrace)
Yıl 1997, yer Güney Afrika…
52 yaşındaki David Lurie, Cape Teknik Üniversitesi – İletişim bölümünde yardımcı profesör olarak görev yapıyor. Başından iki evlilik geçen ve bir kızı olan David, sadece içgüdülerine! uyarak cinsel açıdan aktif bir yaşam sürüyor. Kendini cinsel olarak dürtüleri yoğun ancak tutkusuz biri olarak nitelendiriyor. Düzenli olarak birlikte olduğu Soraya’nın çalıştığı yerden ayrılmasıyla kendini boşlukta hisseden David, 20 yaşındaki öğrencisi Melanie Isaacs ile birlikte oluyor. Melanie’nin istemeyerek de olsa rıza gösterdiği bu ilişkiye, öğrencisinin tüm duygularının farkında olmasına rağmen yine de devam ediyor David. Kendini dizginleyemiyor!..
“Tecavüz değil, tam olarak değil, ancak yine de arzulanmayan bir şey, hiç mi hiç arzulanmayan bir şey. Sanki kız her şey olup biterken kendini salıvermeye ve tilkinin ensesini dişlediği bir tavşan gibi kıpırtısız kalmaya karar vermiş. Sanki böyle yaparsa, başına gelecek her şey kendinden uzakta yapılacakmış gibi.”
Melanie’nin şikayeti üzerine üniversite tarafından hakkında başlatılan soruşturmada, tüm suçlamaları kabul ediyor David ve kendini savunmuyor. Melanie ile ilişkisi hakkında yaptığı tek savunma; “Kendim değildim. Elli iki yaşındaki şaşkın, dul bir adam değildim. Eros’un kölesi olmuştum.”
“Yakın olduğu her kadın, bana kendimle ilgili bir şeyler öğretmiştir. Bu kadınlar, beni daha iyi bir insan yapmışlardır.”
Kendisine bu yaşananların engellenmeyen dürtülerden mi kaynaklandığı sorulduğunda; “Engellenemez falan değildi. Ne yazık ki geçmişte buna benzer dürtüleri görmezden geldiğim çok oldu.” diyerek cevap veren David, yaptığınızdan pişman mısınız diye soran gazeteciye ise “bu deneyim beni zenginleştirdi.” diyebilecek kadar yaptıklarının ya da yaşadıklarının arkasında.
“Islah olmaya hazır değilim. Kendim olmaya devam etmek istiyorum.”
Okuldan atılınca ya da istifa etmeye zorlanınca, altı yıldır Salem kasabasında çiftçilik yapan kızı Lucy’nin yanına gidiyor. Çiftliğe yerleşmesinin ardından kısa bir süre sonra baba kız vahşice bir saldırıya uğruyorlar. Hırsızlık, şiddet, tecavüz ve öldürülen köpekler…
Özellikle David’in yaşamını kökten değiştiren bu olay, Lucy’i daha çok çiftliğe bağlıyor.
David yaşadığımız dünyadaki toplumun düşünce yapısına bakıldığında anlaşılabilir! bir hale bürünüyor. Lucy ise nereden bakılırsa bakılsın kitabın en anlaşılmaz karakteri. Saldırıya uğradıktan sonra sadece hırsızlık için polise şikayette bulunan Lucy’nin şikayette bulunmasının tek nedeni sigortanın masrafları karşılaması… Tecavüzden bahsetmiyor ya da bahsedemiyor Lucy.
“Adamlar televizyonları izleyip söylentileri dinleyecekler. Gazetelerde, hırsızlık ve saldırı suçuyla arandıklarını okuyacaklar, başka bir şey için değil. Kadının bedeninin üzerine suskunluğun bir örtü gibi çekildiğini anlayacaklar. Çok utanıyor, diye düşünecekler, anlatmaya utanıyor ve yaşadıkları serüveni hatırlayıp keyifle gülecekler. Lucy bu zaferi onlara tattırmaya razı mı?”
Böyle düşünüyor David, kızının bu yaşananları kabullenmesini kabullenemiyor. Onun davranışlarına anlam veremiyor. Hele de ona yardım elini uzatan bir babası varken, özgür olabilecekken, kendini, kendine zorla sahip olanların kölesi yapmasını hazmedemiyor.
Lucy ise çiftlikten ayrılmak istemiyor. Orada kalabilmek için çiftliğine göz koyan ve iki tane karısı olan Petrus ile evlenmeye bile razı. Petrus’un koruması için içinde yaşadığı ev dışında her şeyini ona vermeye hazır.
“Tarafsız gözle bakıldığında ben yalnız bir kadınım. Erkek kardeşim yok. Bir babam var ama uzakta, ayrıca burada geçerli olan koşullar göz önüne alındığında, güçsüz. Sığınmak için, korunmak için kime başvurabilirim.”
Babasının her türlü önerisine rağmen bunları düşünüyor Lucy. Kendini korumasız hissediyor. Oysa ki, David, elindeki tüm imkânları kızını oradan uzaklaştırabilmek için kullanmaya hazır.
“Ne kadar alçaltıcı”, diyor David sonunda. “Onca umutlar ve böyle son bulması.”
“Evet, haklısın, alçaltıcı. Ama belki de yeniden başlamak için iyi bir noktadır bu. Belki de kabul etmeyi öğrenmem gereken şey budur. Sıfırdan başlamak. Hiçbir şeyim olmadan. ‘Şunun dışında’ demeden. Hiçbir şeysiz. Ne bir kart, ne bir silah, ne arazi, ne hak, ne onur.”
“Bir köpek gibi.”
“Evet, bir köpek gibi.”
Alçalmak, yeniden başlamak için iyi bir nokta mıdır? Kabullenmek güçlülüğün mü, güçsüzlüğün mü simgesidir? Farklı bir yaşamda var olabilecekken, her şeyini kaybettiğin bir yerde sıfırdan başlamaya çalışmak farklı bir mücadele örneği midir? Belki…
Tecavüzün tekrarlanacağını bile bile, çiftlikten kalmak isteyen Lucy, daha önce kürtaj olduğunu söylüyor babasına. O erkeklerle değil kadınlarla ilişki kuran biri. Kürtaj olması, daha önce de tecavüze uğradığı anlamına mı geliyor? Belki de babası şehirde kendi hayatını yaşarken, o çiftlikte tek başına göğüs germek zorunda kaldı tüm tacizlere, tecavüzlere. David’in saldırı anında kapatıldığı banyoda, kızının çığlıklarını duyamamasının nedeni de bu mu? Lucy’nin yaşayabilmek için bu saldırıları sessizce bekliyor olması mı?
J.M.Coetzee’nin, eylemlere anlamlar yüklemeye çalışarak ve çoğu zaman kızgınlıkla okunan, kısa soluklu romanı “Utanç”, yalın anlatımının ötesinde sorgulamalar eşliğinde bir dolu soru işareti de barındırıyor içinde.
Kitaba adını veren utanç; David’in mi, Lucy’nin mi, insanlığın mı utancı?
David, kendi yaptıklarından dolayı pişman değil. Aynı şeyi fırsatı olsa yine yapar. Hatta çok yavaş hareket ettiğini düşünüp hayıflandığı zamanlar da oluyor. Pişman olunmayan ya da tekrar etmek istenilen bir eylem için utanç duyulabilir mi? Yoksa kızının başına gelenlerden dolayı mı utanıyor, hiçbir şey yapamamanın, olayları engelleyememenin verdiği bir utancı mı yaşıyor içinde?
Lucy, zayıflığından mı utanıyor, bu olayların babası kasabadayken yaşanmasından mı? Onun ki utançtan çok bir kabullenme gibi, köle olmayı kabullenme ve boyun eğme.
Güçlünün güçsüz üstünde kurduğu baskı ve sömürü dünyanın her köşesinde mevcut. Sadece güç dengeleri değişiyor. Siyahın hâkimiyetinde olan bölgelerde beyazlara zulüm, beyazın hâkimiyetinde olan bölgelerde ise siyahlara zulüm. İnsanların hâkimiyetinde ki bir dünyada ise hayvanlara zulüm. Kısaca insanın insana ve diğer canlılara yaptığı zulüm…
Batıda David’in Melanie üzerindeki gücü, doğuda Petrus’un arkadaşlarının Lucy’nin üzerindeki gücüne dönüşüyor. Batı ya da doğu, insanların hayvanlar üzerindeki gücü, kimse sahip çıkmadığı için düzenli olarak uyutulan köpeklerin güçsüzlüğü…
J.M.Coetzee, tüm bunlar düşünüldüğünde, kitabında yüzyıllardır süregelen bir insanlık utancından mı bahsediliyor?
Tüm bu soruların en iyi cevabını siz verebilirsiniz. Okuyarak ve düşünerek…
“YaIanIamak ve reddetmek için okuma, inanmak ve her şeyi kabuIIenmek için de okuma, konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma, tartmak, kıyasIamak ve düşünmek için oku.” Francis Bacon.
Okumanın ardından, utancı ya da utanmazlığı zihninizde daha da görselleştirebilmek adına bire bir kitabın kopyası olan, başrollerini John Malkovich, Jessica Haines, Eriq Ebouaney ve Fiona Press’in paylaştığı sinema filmini de izlemenizi tavsiye ederim.
Keyifli okumalarınız olsun…
J.M.Coetzee, Utanç Kitap Alıntıları için tıklayınız.