İşte bu özgürlüktü. Bütün umutlarınızı kaybetmek özgürlüktü.
Gerçekten bir bomba olan, hem de büyük bir bomba olan bir şey, zarif Njurunda sehpalarımı havaya uçurmuştu. Kusursuz bir daire oluşturacak biçimde iç içe geçen iki parçadan oluşuyordu; limon çürüğü renginde bir ying ve turuncu bir yang. Ama şimdi kıymıklardan ibaret kalmıştı.
Erika Pekkari imzalı, turuncu yıkanabilir kılıflı Haparanda koltuk takımım da hurdaydı artık.
Bu arada, yuva yapma içgüdülerine tutsak düşen bir tek ben değildim. Eskiden tuvalete porno dergileriyle giren tanıdıklarım, şimdi IKEA mobilya kataloğuyla giriyorlar.
Hepimizde Johanneshov markalı aynı koltuktan var, yeşil çizgili Strinne deseniyle kaplı. Benimki on beş kat yüksekten, alev alev yanarak, fıskiyeli bir havuzun içine düştü.
Hepimizde Rislampa/Har markalı aynı kâğıt lambalardan var, çevre dostu ağartılmamış kâğıttan ve telden yapılma Benimki artık konfeti.
Tuvalette geçirdiğim onca zamandan sonra.
Alle marka çatal-bıçak takımım. Paslanmaz çelikten. Bulaşık makinesine dayanıklı.
Çelik üstüne çinko kaplama Vild marka ayaklı saatim. Tanrım, onu almasam ölürdüm.
Klipsk marka kitap raflarım; evet. Tanrım, evet.
Hemlig marka şapka kutularım. Evet.
Oturduğum gökdelenin dışındaki sokak ışıl ışıl yanıyordu. Bütün bu nesneler sağa sola saçılmıştı.
Mommala marka yama işi yorgan takımım, Tomas Harila imzalı. Aşağıdaki renkleri mevcuttur:
Orkide.
Fuşya.
Kobalt.
Fildişi.
Siyah.
Yumurta kabuğu ya da koyu kırmızı.
Bütün bunları satın almak için ömrümü verdim ben.
Kalix marka sehpalarımın pürüz dokulu cilası, bakımı kolay.
Steg marka zigon sehpalarım.
Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak. Perdeler. Halılar.
Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.
Kapıcı omzuma abanıyor ve diyor ki: "Bugünkü gençlerin çoğu ne istediğini bilmiyor"
Lütfen Tyler, lütfen kurtar beni.
Telefon bir kere daha çalıyor.
"Bu gençler var ya, bütün dünya onların olsun istiyorlar."
İsveç malı mobilyalardan kurtar beni.
İncelikli sanat eserlerinden kurtar.
Telefon bir kere daha çalıyor ve Tyler cevap veriyor.
"Eğer ne istediğini bilmezsen," diyor kapıcı, "bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş."
Hiçbir zaman tamamlanmış olmayayım, ne olur.
Hiçbir zaman halimden memnun olmayayım.
Hiçbir zaman kusursuz olmayayım.
Kurtar beni, Tyler, kusursuz ve tamamlanmış olmaktan kurtar.
Eskiden, eve öfkeli döndüğüm ve hayatımın kafamdaki beş yıllık plana uygun gitmediğini fark ettiğim günlerde, evimi temizlemek ya da arabamla uğraşmak bana yeterdi. Günün birinde yüzümde bir tek yara izi olmadan ölecektim ve arkamda harika bir apartman dairesiyle harika bir araba kalacaktı. Öyle böyle değil. gerçekten harika; ta ki toza gömülecekleri ya da yeni mal sahibine geçecekleri güne kadar.
ben babamı altı sene kadar tanıdım; ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Benim babam her altı yılda bir yeni bir şehirde yeni bir aile kurar. Buna aile demek ne derece doğru bilmiyorum; yeni bir şube açar demek belki daha uygun.
Dövüş kulübünde gördüğünüz şey, kadınlar tarafından yetiştirilmiş bir erkekler kuşağıdır.
Benim babam hiç üniversiteye gitmemiş olduğundan, benim üniversiteye gitmem çok önemliydi. Üniversite bitince şehirlerarası telefonda ona dedim ki, şimdi ne olacak?
Babamın bir fikri yoktu.
Bir iş bulup yirmi iki yaşına girdiğimde, gene şehirlerarası telefonda ona sordum: Şimdi ne olacak? Babamın bir fikri yoktu; olmadığı için de dedi ki, evlen.
Otuz yaşında bir oğlan çocuğuyum ve bir başka kadının aradığım cevap olduğundan hiç emin değilim.
Marla polislerin arkasından bağırıyor ve diyor ki, 8G'de oturan kız eskiden çok tatlı ve iyi bir kızdı; ama o kız bir canavar, iğrenç bir canavar. Mikroplu insan dışkısından başka bir şey değil, ne yapacağını bilmiyor ve yanlış şeye bağlanmaktan korktuğu için hiçbir şeye bağlanmıyor.
"8G'deki kızın kendine inancı yok," diye bağırıyor Marla, "ve yaşlandıkça seçeneklerinin azalmasından korkuyor."
"Anlaman gereken şu," diyor Tyler. "Tarihteki ilk sabun kahramanlardan yapılmıştır."
Ürün testlerinde kullanılan hayvanları düşün.
Uzaya fırlatılan maymunları düşün.
"Onlar ölmeseydi," diyor Tyler, "onlar acı çekmese, onlar kurban edilmeseydi, bugün hiçbir şeyimiz olmazdı."
Tyler, bağıra çağıra, bir gramı altından daha çok para eden o parfümü yapmak için balinaların nasıl öldürüldüğünü anlatmaya başlar. Çoğu insan hayatında hiç balina görmemiştir. Otoyola bakan bir evde Leslie'nin iki çocuğu vardır ve ev sahibesi madam, tuvalet tezgâhının üstündeki şişelere bizlerin bir senede kazanabildiğinden daha çok para dökmüştür.
İnsanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı.
Bu gün sizi son kez görüyor olmaları gibi bir ihtimal varsa, sizi gerçekten görüyorlardı. Çek defterleriyle ve radyo şarkılarıyla ve dağılmış saçlarıyla ilgili her şey pencereden uçup gidiyordu.
Bütün dikkatleri sizde oluyordu.
"Yirmi dört yaşındayken," diyor Marla, "ne kadar hızlı düşebileceğin konusunda hiçbir fikrin yoktur; ama ben hızlı öğreniyordum."
"Felaket benim dönüşüm çizgimin doğal bir parçasıdır," diye fısıldadı Tyler. "Trajediye ve yok oluşa doğru bir dönüşüm."
"Fiziksel güçle ve mülkiyetle olan bağlarımı niçin koparıyorum?" diye fısıldadı Tyler, "Çünkü ancak kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim."
"Sahip olduklarımı yok eden kurtarıcı," dedi Tyler, "benim ruhumu kurtarma savaşındadır. Bütün aidiyetleri yolumdan kaldıran öğretmen beni özgür kılacaktır."
Hiçbir şey durağan değil.
Her şey parçalanıp dağılıyor.
Tyler önerileri okuyor ve komiteye ev ödevini veriyor.
Ertesi hafta aynı gün, Saldırı Komitesi'ndeki herkes, yenik çıkacağı bir kavgaya tutuşmuş olacak. Ve bunu dövüş kulübünde yapmayacak. Sanıldığından daha zor bir şey bu. Sokaktaki bir adam, dövüşmemek için ne mümkünse yapacaktır.
Burada amaç, sokaktaki herhangi birini, hayatında hiç dövüşmemiş bir adamı kavgaya kışkırtıp onu kulübe kazandırmak. Kazanma duygusunu hayatında ilk kez yaşamasını sağlamak. Adama patlama fırsatı vermek. Ağzınızı burnunuza dağıtmasına izin vermek.
Bunu becerebilirsiniz. Eğer adamı yenerseniz, çuvalladınız demektir.
"Bizim görevimiz," diyor Tyler komiteye, "hâlâ nasıl bir güce sahip olduklarını bu adamlara hatırlatmak."
Kendimi bok gibi hissettiğimi, dün gecenin beni hiç gevşetemediğini söyledim. En küçük bir tat alamamıştım. Belki de bu iş bir çeşit bağımlılığa dönüşmüştü. Dövüşmek insanı kesmez oluyordu ve belki artık dövüşü bırakıp daha büyük bir şeye yönelmem gerekiyordu.
Kargaşa Projesi fikri Tyler'ın aklına işte o sabah geldi.
Gerçekte neyle dövüşmekte olduğumu sordu Tyler.
Tyler'ın hep söylediği gibi hissediyordum kendimi, tarihin süprüntü ve kölelerinden biri olarak. Hayatta hiçbir zaman sahip olamayacağım bütün güzellikleri yıkıp yok etmek istiyordum. Amazon yağmur ormanlarını yakmak istiyordum. Uzaya klorofluorokarbon gazları pompalayıp ozon tabakasında koca koca delikler açmak istiyordum. Dev tankerlerin boşaltma vanalarını açmak, açık denizlerdeki petrol kuyularının kapaklarını kaldırmak istiyordum. Yemeye paramın yetmediği bütün balıkları öldürmek, asla göremeyeceğim Fransız kumsallarını kirletmek istiyordum.
Bütün dünyanın dibe vurmasını istiyordum.
O çocuğu yumruklarken aslında yapmak istediğim, sikişmeyerek türünü tükenmeye mahkûm eden her pandanın ve pes edip kendini karaya atan her balinanın, her yunusun alnının ortasına bir kurşun sıkmaktı.
Bunu türlerin yok oluşu olarak görmeyin. Eleman azaltımı gibi görün.
Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içine etmiş, her şeyi boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu. Boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. Kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim.
Ayrıca, nükleer atıkların, gömülmüş mazot tanklarının ve ben doğmadan bir kuşak önce atılmış çöplerin oluşturduğu zehirli yığınların faturasını üstlenmek zorundaydım.
Melek suratlının yüzünü bir bebek gibi, bir futbol topu gibi koltuğumun altına sıkıştırdım ve yumruklarımla yüzünü darmadağın ettim; dişleri dudaklarını delerek dışarı fırlayıncaya kadar. Sonra da, çocuk kollarımın arasından kayarak paçavra gibi ayaklarımın dibine yığılıncaya kadar dirseğimle devam ettim. Elmacık kemiklerinin üstündeki deri ezilip morarıncaya kadar.
Ciğerlerime duman kokusu çekmek istiyordum.
Kuşlarla geyikler gereksiz lükslerdir ve bütün balıklar su yüzüne vurmalıdır.
Louvre Müzesi'ni yakmak istiyordum. Elgin Mermerleri'ni balyozla parçalamak, Mona Lisa'yla kıçımı silmek istiyordum. Bu dünya benim dünyam artık.
"Geri dönüştürme, sürat limitleri, hepsi palavra," dedi Tyler. "Ölüm döşeğinde sigarayı bırakmaya benziyor bunlar."
Dünyayı kurtaracak bir şey varsa, o da Kargaşa Projesi olacaktı. Kültürel bir buzul çağı. Vaktinden önce başlatılmış bir karanlık çağ. Kargaşa Projesi sayesinde insanlık, dünyanın kendini toparlamasına yetecek bir süre boyunca eylemsizliğe mahkûm olacaktı.
Anarşiyi haklı çıkarıyorsun. Ona anlam kazandırıyorsun.
Dövüş kulübünün memurlar ve kuryeler için yaptığını Kargaşa Projesi medeniyet için yapacaktı. Dünyayı daha iyi bir yere çevirebilmek için medeniyeti altüst edecekti.
"Bir düşün," dedi Tyler, "mağaza vitrinlerinin yanından geçerek geyiklerin izini sürüyorsun. Askılar dolusu şık elbise ve smokin oldukları yerde küflenip kokuşuyor. Ömrünün geri kalanı boyunca deri giysiler giyiyor ve Sears Kulesi'ni sarmalayan bilek kalınlığındaki sarmaşıklara tutunarak yukarı tırmanıyorsun. Fasulye filizine tırmanan masal çocuğu gibi o azgın nemli bitki örtüsü içinden kendine yol açarak tepeye çıkıyorsun. Ve hava o kadar temiz ki, aşağı baktığında, ağustos sıcağında yüzlerce kilometre uzanıp giden terk edilmiş sekiz şeritlik dev bir otoyolun boş emniyet şeridine geyik eti seren ve mısır öğüten minicik insanlar görüyorsun."
İşte Kargaşa Projesi'nin hedefi bu, dedi Tyler, medeniyetin tasfiyesi. Derhal ve tamamen.
"Güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. Herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın. Hepimiz aynı pürenin parçasıyız. Kültürümüz hepimizi aynı yaptı. Artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz."
Tamirci çocuk diyor ki: "Eğer erkeksen, Hristiyansan ve Amerika'da yaşıyorsan, Tanrı modeli olarak babanı görürsün. Eğer babanı hiç tanımamışsan, baban kaçıp gitmişse ya da eve hiç gelmiyorsa, Tanrı hakkında ne düşünürsün?"
Bunlar hep Tyler Durden doktrinleri. Ben uykudayken küçük kâğıt parçalarına karalanan, sonra işyerinde yazmam ve çoğaltmam için bana verilen sözler. Ben bunların hepsini okudum. Hatta patronum bile muhtemelen okumuştur.
"Sonunda," diyor tamirci çocuk, "bütün hayatını bir baba ve bir tanrı aramakla geçirirsin."
"Unutmaman gereken şu ki," diyor, "Tanrı seni sevmiyor olabilir. Bu da bir olasılıktır. Belki de Tanrı bizden nefret ediyordur. Hayatta olabilecek en kötü şey değil bu."
Tyler'ın bakış açısına göre, kötü şeyler yaparak Tanrı'nın ilgisini çekmek, hiç ilgi görmemekten daha iyiydi. Belki de Tanrı'nın nefreti Tanrının kayıtsızlığından daha iyidir.
Ya Tanrı'nın can düşmanı, ya da hiçbir şey olacak olsan, hangisini seçerdin?
Tyler Durden'a göre biz Tanrı'nın ortanca çocuklarıyız. Tarihte özel bir yeri olmayan, özel ilgi görmeyen kimseleriz. Tanrı'nın ilgisini çekemediğimiz sürece ne lanetlenme umudumuz olabilir, ne de kurtuluş umudumuz.
Hangisi daha kötü, cehennem mi, hiçlik mi?
"Güçlü kadın ve erkeklerin oluşturduğu bir sınıf var ve bunlar hayatlarını bir şeye feda etmek istiyorlar. Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar, neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için."
"Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı; ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz."
"Onları köleleştirerek, bu insanlara özgürlüğün ne demek olduğunu göstermek zorundayız. Onları korkutarak, cesaretin ne olduğunu göstermek zorundayız. Napolyon, bir kurdele parçası uğruna hayatlarını feda edecek insanlar yaratabilmekle övünürdü."
Bak, dinle beni, Raymond K. K. K. Hessel. Bu gece burada öleceksin. İstersen bir saniyede ölürsün, istersen bir saatte, kendin karar ver. Aklıma gelen ilk şeyi söyle bana. Bir şeyler uydur. Ne dersen de, umurumda değil. Silah benim elimde.
Sonunda beni dinlemeye, kafandaki küçük trajediden sıyrılmaya başladın.
Boşluk doldurmaca. Raymond Hessel büyüyünce ne olmak istiyor?
Evime gitmek istiyorum, dedin, sadece evime gitmek istiyorum, lütfen.
Yapma ya, dedim. Peki ondan sonra hayatını nasıl geçirmek istiyorsun? Hayatta istediğin her şeyi yapabilecek olsan, ne yapardın?
Uydur bir şey.
Sen bilmiyordun.
O zaman öldün sen, dedim. Şimdi kafanı öbür yana çevir.
Ölümün başlamasına dokuz saniye, sekiz saniye...
Veteriner, dedin. Veteriner olmak istiyorum.
Hayvanlar, demek. Bunun için okula gitmen gerekir.
Çok uzun zaman, dedin, yıllarca.
İster köpek gibi çalışıp okula gidersin, Raymond Hessel, ister ölürsün. Sen seç. Cüzdanını kot pantolonunun arka cebine tıkıştırdım. Demek aslında hayvan doktoru olmak istiyordun. Silahın tuzlu terle ıslanmış susturucusunu bir yanağından çekip öbür yanağına dayadım. Hayatın boyunca istediğin şey bu muydu, Dr. Raymond K. K. K. K. Hessel, veteriner olmak mı?
Hı-hı.
Uydurmuyorsun, değil mi?
Evet, dedin, yani hayır, dedin, uydurmuyorum. Uydurmuyorum.
Pekâlâ, dedim ve susturucunun ıslak ağzını önce çenenin, sonra burnunun ucuna dayadım. Susturucuyu dayadığım her yerde, kendi gözyaşlarının bıraktığı parlak bir halka kaldı.
O zaman, dedim, okula geri dön. Eğer yarın sabah uyanırsan, okula geri dönmenin bir yolunu bul.
Silahın ıslak ağzını sırayla her iki yanağına bastırdım. Sonra çenene, sonra alnına bastırdım ve susturucuyu orada dayalı bıraktım. Şu anda kendini ölmüş sayabilirsin, dedim.
Ehliyetin bende.
Kim olduğunu biliyorum. Ehliyetini saklayacağım ve gözüm üstünde olacak, Bay Raymond K. Hessel. Üç ay sonra, altı ay sonra ve en son bir yıl sonra ne yaptığına bakacağım. Eğer hâlâ okula dönüp veterinerlik okumaya başlamamışsan, öleceksin.
Sen hiçbir şey söylemedin.
Şimdi kalk git ve küçük hayatını yaşa; ama unutma ki gözüm üstünde, Raymond Hessel. Ancak peynir satın alıp televizyon seyretmeye yetecek kadar para kazandıran boktan bir işte çalıştığını görmektense, seni öldürürüm daha iyi.
Tyler'la ilk karşılaştığımda uykudaydım. Yorgundum, aklım başımda değildi, şaşkındım. Her uçağa binişimde uçağın düşmesini istiyordum. Kanserden ölen insanlara imreniyordum. Hayatımdan nefret ediyordum. İşimden ve mobilyalarımdan bıkıp usanmıştım ve bunları değiştirmenin bir yolunu bulamıyordum.
Yapabileceğim tek şey bunlara son vermekti.
Kendimi kıstırılmış hissediyordum.
Fazla tamamlanmış biriydim.
Fazla mükemmeldim.
Minik hayatımdan bir çıkış yolu arıyordum. Tek kişilik tereyağı ve sıkışık uçak koltuğu rolünü istemiyordum.
İsveç mobilyaları.
İncelikli sanat eserleri.
Tatile çıktım. Kumsalda uyuyakaldım ve uyandığımda Tyler Durden oradaydı; çıplak ve terliydi, üstüne kumlar yapışmıştı, saçları ıslanmış, tel tel yüzüne düşmüştü.
Tyler kütükleri akıntıdan kurtarıp kıyıya çekiyordu.
Tyler'ın yarattığı şey dev bir elin gölgesiydi ve Tyler kendi yarattığı kusursuzluğun avucunda oturuyordu.
Tek bir an: Hayatta kusursuzluktan en çok bunu bekleyebilirdiniz.
Belki de ben hiçbir zaman o kumsalda uyanmadım.
Belki de bütün bunlar, Blarney taşına işediğim zaman başladı.
Ben uykuya daldığımda, aslında uyumuyorum.
İnsan hep sevdiklerini öldürür derler ya; aslına bakarsanız insanı öldüren de hep sevdiğidir.
Bu dünya karşısında o kadar çaresiziz ki.
Burada, yıldızlarla yeryüzü arasındaki boşluğu dolduran binlerce kilometrelik gecenin içinde, kendimi tıpkı o uzay hayvanlarından biri gibi hissediyorum.
Köpekler.
Maymunlar.
İnsanlar.
Sana öğrettikleri küçük görevi yerine getir. Bir kolu çek. Bir düğmeye bas. Neyi neden yaptığını hiç anlamadan.