Kuzeyin ormanlarında yaşam kavgası: Beyaz Diş

Kurt köpek kırması olan Beyaz DiÅŸ’in, doÄŸasından kopartılıp, insanın eline düÅŸme sürecini doÄŸumundan itibaren anlatan içe iÅŸleyen, yürek burkan, kimi zaman gülümseten, kimi zaman hüzünlendiren hikayesi…

Özgürlükten tutsaklığa geçiÅŸ, ÅŸaÅŸkınlık, korku; “Çünkü bütün bilinmeyen ÅŸeyler onda büyük bir korkuya yol açıyordu.” VahÅŸi doÄŸadan vazgeçemeyiÅŸin verdiÄŸi baÅŸkaldırı, ödüller, cezalar ve insanın tanrılaÅŸması… “insanoÄŸlu karşısında duyduÄŸu korkulu ÅŸaÅŸkınlık, insanın bir daÄŸ tepesinden elleriyle yeryüzüne yıldırımlar yaÄŸdıran bir yaratık karşısında duyacağı korkulu ÅŸaÅŸkınlığa çok benziyordu.“ Kimileri tarafından her ne kadar çocuk kitabı olarak nitelendirilse de London’un gözlem yeteneÄŸi ve derin bakış açısıyla her yaÅŸta insana hitap edecek, düÅŸündürecek, sorgulatacak bir kitap… Jack London sadece bir kurdun yaÅŸamını gözler önüne sermekle kalmıyor, Beyaz DiÅŸ’in, hayatta kalma savaşını, insan elinde ÅŸekillenen yapısının deÄŸiÅŸkenliÄŸini anlatırken, korkunun, boyun eÄŸiÅŸin, tanrılaÅŸtırmaların insan doÄŸasında ki etkilerini de dile getiriyor.

Kitabı sadece bir hayvanın yaÅŸam öyküsü olarak göreceklere verilecek en iyi mesajı son bölümde vermiÅŸ London…

Bir yanda sevgi, sabır ve anlayışla geçmiÅŸindeki acılardan ve kötülüklerden arınan Beyaz DiÅŸ, diÄŸer yanda haksız yere tutuklandığı cezaevinden azılı bir katile dönüÅŸerek kaçan, vahÅŸileÅŸmiÅŸ Jim Hall…

İyinin kötüyle savaşı… Sevgi ve nefretin farkı…

 

Künye                                    :

Alter Yayınları 
175 Sayfa
1.Baskı, Aralık, 2010

Alıntılar                                  :

YaÅŸamın amacı et idi; dahası, yaÅŸamın ta kendisiydi et. YaÅŸama yine bir baÅŸka yaÅŸam can veriyordu. YaÅŸa, ye, yoksa yem olursun! diyordu. Bu yasayı böylesine yalın ve özlü bir biçimde dile getiremiyordu ama, üzerinde pek de öyle kafa yormadan kendiliÄŸinden uyuyordu yasanın buyruklarına. Nereye baksa bu yasanın uygulandığını görüyordu. Kendisi keklik yavrularım yemiÅŸti. Anaları ise atmacanın kursağına inmiÅŸti. Atmaca az kalsın onu da mideye indirecekti. Ama zamanla kendisi de güçlenmiÅŸ ve bu kez atmacayı o yemek istemiÅŸti. Yavru vaÅŸağı yedikten sonra eÄŸer kendilerine yem olmasaydı ana vaÅŸak da onu yiyecekti kuÅŸkusuz, iÅŸte devran böyle dönüp gidiyordu. Çevresindeki tüm canlılar bu yasaya ayak uyduruyorlardı; yavru kurt da bundan bir parçaydı. O da öbürleri gibi etobur bir hayvandı. Biricik besini, önünden çarçabuk kaçan, havada uçan, aÄŸaçlara tırmanan, yer altına saklanan ya da tam tersine kendisiyle göÄŸüs göÄŸüse savaÅŸan, onu yiyip yutmak için kovalayan canlı et idi. Küçük yavru insanlar gibi düÅŸünebilseydi, yaÅŸamı oburca bir hırs, dünyayı ise avlayanı ve avlananı, yeneni ve yenileni ile bitmek bilmeyen bir kovalamacanın, yok eden sayısız tutkuların egemen olduÄŸu karma karışık, kör, ÅŸiddete dayalı, düzensiz, tümüyle rastlantılara baÄŸlı, acımasız, plansız, sürekli bir kargaÅŸalık olarak niteleyecekti.

Ne var ki küçük yavru insanlar gibi öyle ince eleyip sık dokumuyordu olayları. Davranışlarına yön veren tek düÅŸüncesi, tek isteÄŸi vardı, bunun dışında bir amacı yoktu. Et yasasından gayrı öÄŸrenip ayak uydurması gereken irili ufaklı daha bir sürü yasa vardı ama pek o kadar önemli deÄŸildi bunlar. Dünya sürprizlerle doluydu. YaÅŸadığını duyması ve kaslarının hareketi, büyük bir zevk veriyordu ona. Av peÅŸinde koÅŸmak onu coÅŸturuyor, bundan derin bir mutluluk duyuyordu. DövüÅŸmek ve öfkelenmenin bile bambaÅŸka bir tadı vardı. Korku ve bilinmeyenin gizleri yaÅŸama tutkusunu daha da kamçılıyordu. Bu yaÅŸamda rahatlık ve mutluluk verici ÅŸeyler de bulunuyordu. Karnını tıka basa doyurduktan sonra tembel tembel güneÅŸlenmek, tüm uÄŸraÅŸmalara ve didinmelere deÄŸen hak edilmiÅŸ bir ödüldü. YaÅŸamak bu demekti iÅŸte. Ve yaÅŸam, amacına uyulduÄŸunda daha da güzelleÅŸiyordu. Kısacası küçük yavru, kendisini saran düÅŸmanca ortama karşın, içinde bulunduÄŸu çevreyi eni konu seviyordu. Yaşıyordu, alabildiÄŸine mutluydu, kendi kendisiyle kıvanç duyuyordu.


Boz renkli yavru öyle uzun boylu kafa patlatıyor sayılmazdı pek; hiç deÄŸilse insanlarınki gibi bir düÅŸünme yeteneÄŸi yoktu. Gerçi kimi durumlarda tıpkı insanlarınki gibi kesin ve doÄŸru sonuçlar çıkarabiliyordu ama, yine de beyni bulanık bir biçimde iÅŸliyordu. Nedenini niçinini kurcalamadan, oldukları gibi kabul ediyordu olayları. Filanca ya da falanca ÅŸey neden oldu diye, kafasını hiç mi hiç yormuyordu; onu ilgilendiren o ÅŸeyin nasıl olduÄŸuydu, bu da kendisine yetiyordu.


Bir insan gibi düÅŸünerek bulmamıştı bunları. Olayları kendi deneyimlerine dayanarak acı verenler ve acıtmayanlar olarak ikiye ayırmıştı. Bu iki ÅŸeyden birini tadabilmek ve zevkine varabilmek için ötekinden kaçınması gerektiÄŸini biliyordu. İşte bu nedenlerdir ki anasının buyruÄŸuna ve koyduÄŸu yasaya, korku denilen o gizemli yasaya boyun eÄŸerek maÄŸaranın aÄŸzından uzak duruyordu. Bu kapı ÅŸimdiye dek küçük yavrunun gözünde beyaz ve aydınlık bir duvar olarak kalmıştı. Ana kurt yokken, zamanının büyük bir bölümünde uyuyor, uyanık olduÄŸu zamanlarda ise çıt çıkarmadan suspus oluyor, zaman zaman boÄŸazında düÄŸümlenen ve her an için çözülebilecek olan hıçkırığı güçlükle bastırarak sessiz sedasız bekliyordu. Bir gün yine böyle uzanmış yatıyordu ki, beyaz duvardan doÄŸru garip bir ses çalındı kulağına. O sırada maÄŸaranın kapısında bir porsuÄŸun bulunduÄŸunu, onca gözüpekliÄŸine karşın tepeden tırnaÄŸa tir tir titreyerek içerisini kokladığını bilmiyordu. Yalnız ÅŸu kadarını biliyordu ki, bu koklama sesi ÅŸimdiye dek hiç tanımadığı duymadığı bir gariplikteydi, kabul ettiÄŸi kuralların içine sokamadığı için de bu bilinmeyen ÅŸeyden korkuyordu. Çünkü bütün bilinmeyen ÅŸeyler onda büyük bir korkuya yol açıyordu.


İnsanlar iki bölüktü: kendi efendileri ve yabancı insanlar, ister haklı ister haksız olsun, kendi efendilerine boyun eÄŸmek zorundaydı. Ama öbür yabancı insanların yaptığı adaletsizliklere katlanmak zorunda deÄŸildi. Böyle haksızlıklara diÅŸlerini kullanarak karşı koyabilirdi. 


Beyaz DiÅŸ İnsanoÄŸlunun elinden kaçamayacağını anlıyordu. Bu insanlar daha ilk sesleniÅŸlerinde nasıl ki Kiche hemen söz dinleyip boyun eÄŸmiÅŸse, kendisi de itaat etmeyi hemen öÄŸrendi. Kendisine istedikleri gibi davranmalarına göz yumdu. Yolu üzerine çıktıklarında hemen kıyıya çekildi, yanlarına çağırdıklarında hemen koÅŸup gitti. Tehditler savurup azarladıklarında olduÄŸu yere büzülüp tortop oldu, hoÅŸt diye kovduklarında da çabucak kaçıp gitti. Çünkü her isteÄŸin ardında dediÄŸini zorla yaptıran bir kuvvet bulunuyordu; Bu güç kendini tokat, sopa, taÅŸ ve kamçı ile can yakarak gösteriyordu, iyi biliyordu bunu. Tüm köpekler gibi o da insanoÄŸlunun malıydı. İnsanoÄŸlu yat dediÄŸinde yatacak, kalk dediÄŸinde kalkacaktı. Åžunu çabucak kavradı: İnsanlar onu ister tekmetokat döver, ister okÅŸar severdi. VahÅŸi ve özgür yaradılışının gereklerine taban tabana zıt düÅŸen bu gerçeklere ister istemez katlandı, onlara boyun eÄŸdi…..


Aylar geçiyor ve köpekle insanoÄŸlu arasındaki anlaÅŸma gittikçe pekiÅŸiyordu. Çok eskilere dayanan bir anlaÅŸmaydı bu, taa ilk kurdun ormandan kaçıp insanla yakınlaÅŸtığı günlerden beri süregeliyordu. Beyaz DiÅŸ çabalarıyla bu anlaÅŸmaya kendinden yana bir nitelik kazandırdı. AnlaÅŸmanın koÅŸulları çok basitti. Beyaz DiÅŸ et ve kemikten yapılmış bir insan uÄŸrunda özgürlüÄŸünü hiçe sayıyor, bunun için de yiyor, ısınıyor, korunuyor ve yakınlık görüyordu. Bunlara karşılık efendisinin malını canını koruyor, ona hizmet ediyor, buyruklarına boyun eÄŸiyordu.


İçinde yaÅŸadığı dünyayı adamakıllı tanımıştı. BomboÅŸ ve maddiydi bu dünya. Kaba, sert, acımasız ve soÄŸuktu. Sevgiden, okÅŸamadan, sevecenlikten eser yoktu bu dünyada.


Beyaz DiÅŸ yasayı iyi biliyordu; zayıf olan ezilir, güçlü olana ise boyun eÄŸilirdi.


Beyaz DiÅŸ'in özgürlük damarı kabardı ve aÄŸzını açtığı gibi diÅŸlerini Gri Kunduz'un makosenli ayağına geçiriverdi. Bunun üzerine öyle bir dayak yedi ki, bunun yanında az öncekinin lafı bile olmazdı. Gri Kunduz öfkeden kudurmuÅŸtu sanki. Beyaz DiÅŸ'in korkusu da son haddini bulmuÅŸtu. Efendisi onu döverken deminki gibi yalnızca elini deÄŸil sandalın tahta küreÄŸini de kullanıyordu. Dayağın sonunda bir kıyıya fırlatıldığında Beyaz DiÅŸ'in iler tutar tarafı kalmamıştı. Tepeden tırnaÄŸa yara bere içindeydi vücudu. Gri Kunduz salt ne gibi birtepki göstereceÄŸini anlamak için tutup ayağıyla bile bile bir tekme daha attı, ama bu kez ayağına saldırmaya kalkmadı hayvan, iyi bir ders olmuÅŸtu bu ona. Ne olursa olsun bir efendisini ısırmaya hakkı olmadığı dank etmiÅŸti kafasına. Efendisinin vücudu kutsaldı, kendisinden üstün olan bu varlığı diÅŸleriyle yaralamak yanlıştı. Büyük bir suç iÅŸlemiÅŸti. Böylesine bir suç hoÅŸgörüyle karşılanmadığı gibi cezasız da kalmazdı. Sandal kıyıya yanaÅŸtığı zaman Beyaz DiÅŸ hiç kımıldamadan yattığı yerde inildiyor, efendisinin vereceÄŸi buyruÄŸu bekliyordu. Gri Kunduz belli ki onun kıyıya çıkmasını istiyordu. Onu tutup kıyıya fırlattı. Yere sertçe düÅŸünce zaten yara bere içinde olan vücudu yeniden sızlamaya baÅŸladı. Mızıldanarak titreye sallana ayaÄŸa kalktı. Ama tam o sırada, uzaktan bütün olup bitenleri görmüÅŸ olan ve fırsat kollayan Lip-lip hemen düÅŸmanının üzerine atıldı, onu yere yıkıp diÅŸlemeye baÅŸladı. Beyaz DiÅŸ karşı koyamayacak kadar bitkindi. EÄŸer Gri Kunduz imdadına koÅŸup da Lip-lip'i bir tekmede taa öteye fırlatmasaydı yavrunun hali haraptı. İnsanoÄŸlunun adaleti buydu iÅŸte. Beyaz DiÅŸ o zavallı durumuna karşın içinde bir gönül borcu duydu efendisine karşı. Gri Kunduz'un ardına takılarak uslu uslu ve topallaya topallaya ilerledi, köyün içinden geçip çadıra geldi. Bu olay Beyaz DiÅŸ'in kulağına küpe oldu;Ceza verme hakkının yalnızca insanların elinde olduÄŸunu, bu hakkın kendilerinden daha güçsüz yaratıklarca kullanılmasına izin verilmediÄŸini böylece öÄŸrenmiÅŸ oldu.


Hiç kuÅŸkusuz, insanlar konusunda hiçbir bilgisi yoktu Beyaz DiÅŸ'in. Onun için ancak ve ancak açıklamasını yapamadığı birtakım olaylar ve yaratıklar vardı, bunlar üzerinde yalnızca tahminler yürütebilirdi. Ne var ki, insanoÄŸlu karşısında duyduÄŸu korkulu ÅŸaÅŸkınlık, insanın bir daÄŸ tepesinden elleriyle yeryüzüne yıldırımlar yaÄŸdıran bir yaratık karşısında duyacağı korkulu ÅŸaÅŸkınlığa çok benziyordu.

1 Åžubat 2016 Pazartesi
1508 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?