Demir Ökçe Üzerine

Kitap Yorum
Demir Ökçe Üzerine

1908 yılında yayınlanan ve distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilen Demir Ökçe, Jack London’un siyasal görüşlerini en açık biçimde dile getirdiği kitabı. London, idealizm – materyalizm, kapitalizm – sosyalizm sorunlarına yoğun bir şekilde yer verdiği eserinde, İnsanlığın Kardeşliği olarak nitelendirdiği hayalindeki gelecekten sesleniyor.  

“Afrikalı köleler ve ayrıca suçlular bununla kelepçeleniyordu. İnsanların Kardeşliği gerçekleştikten sonra pranga gereksiz bir araç olarak kullanımdan kaldırıldı.”

Kitaba adını veren Demir Ökçe, London’un kitapta oligarşinin ve despotizmin hakim olduğu sisteme verdiği isim.

2600’lü yıllarda bir meşenin oyuğunda bulunan, Avis Everhard’ın 1912 - 1932 yılları arasında yaşadıklarını anlattığı elyazmalarından oluşan Demir Ökçe’de London, dönemin ve gelecek dönemlerin toplumsal ve siyasal sorunlarını, kapitalist sistemin dünyayı nasıl bir yıkıma sürüklediğini, tröstlerin ele geçirdiği bir sistemde çarkların nasıl işlediğini kitabın kahramanı Ernest Everhard’ın dünyasından aktarıyor. 

Toplumun iyi yönetilmesi halinde, uygar insanın, mağara insanından çok daha iyi koşullar altında yaşayabileceğini söyleyen Ernest Everhard; “Eğer modern insanın üretim gücü, mağara insanınkinden bin kat daha yüksekse, o zaman neden bugün Birleşik Devletler'de yeterince beslenemeyen ve konut bulamayan on beş milyon insan ve fabrikalarda çalışan üç milyon çocuk işçi bulunuyor?” diye soruyor yozlaşmış, ahlak yoksunu, makinanın kölesi olmuş, kargaşayla beslenen insanlar topluluğuna. Yönetimin bencilliğinden, başarısızlığından, körlüğünden ve oburluğundan dem vuruyor.

Sermayenin esiri olmuş din adamları, sömürülen işçiler, gerçeklerden bahsettiği için deli damgası yiyen ve akıl hastanelerine kapatılmaya çalışılanan, görevden uzaklaştırılan piskoposlar, öğretim görevlileri, iktidara hizmet eden medya kuruluşları, kargaşanın hakim olduğu, kaostan çıkar sağlayanların varolduğu bir sistemin içinde, hasıraltı edilen sorunlar ve yasalarla kılıf bulunan yolsuzlukları ile anlatılan hiçbir şeyin yabancısı olmadığımız bir dünyayı resmediyor Jack London.

"Söylediklerinin tek bir sözcüğü bile gazetelerde yayımlanmayacaktır. Editörleri unutuyorsun. Onlar, uyguladıkları politikaya göre maaş alıyorlar. Uyguladıkları politika ise, kurulu düzene karşı hiçbir şey yazmamak. Piskopos ‘un konuşması, kurulu ahlak düzenine yapılmış bir saldırıydı. Daha fazla konuşmasını engellemek için apar topar kürsüden indirildi. Birleşik Devletler basını mı? Kapitalist sınıftan geçinen asalak bir hayvan. Görevi, kamuoyuna yön vererek egemen sınıflara hizmet etmektir ve bu işi de olağanüstü bir başarıyla gerçekleştirir.”
"Öyle adamlara rastladım ki," dedi, "barış prensi numarasıyla savaşa karşı atıp tutuyor, sonra da, kendi fabrikalarındaki grevcileri öldürsünler diye Pinkertonlar'ın eline silah veriyorlardı. Öyle adamlar tanıdım ki, bir yandan parayla adam dövüştürmenin çağ dışı olduğunu öne sürüyorlar, bir yandan da yiyecek maddelerine kaçak malzeme katarak, bir yılda eli kanlı Herod'un öldüremediği kadar çocuğun canına kıyıyorlardı. (…) Üniversitelere büyük bağışlar yapan, muhteşem kiliseler inşa ettiren para babası bir adam, dolar için, sent için mahkemelere düşüyor, yalan yere yeminler ediyordu. Bir demiryolu patronu; bir yurttaş, bir centilmen ve bir Hıristiyan olarak sözünden dönme alçaklığını gösteriyor, ona buna gizli indirimler sağlıyordu. Bir senatör, kaba ve cahil bir makine patronunun aleti ve kölesi, küçük kuklasıydı... Vali ve onun yüksek mahkeme yargıcı da öyle... (…)Hepsi birbirinin kölesi. (…) İçlerinden hiçbiri temiz, soylu ve canlı değildi.”

Sistemin kandırdığı insanların bir gün uyanacakları, üzerlerine serpilen ölü toprağını silkeleyip, başkaldıracakları, bencilliklerinden sıyrılıp biz olmayı becerebilecekleri bir dünyanın özlemiyle yazdığı romanında, kardeşliğin, birliğin, barışın hakim olduğu güzel bir dünyanın kurulacağına, işçi sınıfının birleşeceğine, demir ökçelerin bir gün parçalanacağına dair umutlarını, hayallerini ve devrime olan inancını da yansıtmış London.

Demir Ökçeyi okumak isteyenlere, yayınevi tercihinde dikkatli davranmalarını öneriyorum. Ben kitabı Osman Çakmakçı çevirisiyle, Bordo Siyah Yayınlarından okudum. Bordo Siyah Yayınları, kitap kapağına “tam metin” ibaresini yazmış olmasına rağmen, Anthony Meredith imzasını taşıyan ve Jack London tarafından kurgulanan “önsöz” başlıklı bölümü kitaba eklememiş. Ben farklı yayınevlerinin çevirilerinden ulaştım kitabın giriş cümlelerini içeren bölümüne ve elyazmalarının bulunma hikayesine.

Kitabın içeriği konusunda bilgi veren ve dipnotların daha iyi algılanmasını sağlayacak olan bu bölümün eklenmemiş olması okuyucu için büyük kayıp ve aynı zamanda yayınevi açısından da büyük eksiklik.  Bu bölümün eksik yayınlanması için, ya kitap içeriğinin hiç anlaşılmamış olması, ya da önsöz başlığı altında ki bölümün çevirmen tarafından okunmadan(!) geçilmiş olması gerekiyor. Böyle bir hataya nasıl düşüldüğünü anlamak mümkün değil.

İyi çevirilerde, özenle yayına hazırlanan baskılarda buluşmak dileğiyle, keyifli okumalarınız olsun. 

Kitaptan alıntılar için tıklayınız.

Buket Özsanat
28 Ağustos 2016 Pazar
3753 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?