Kitap tutkusu

Kitap Düşleri
Kitap tutkusu

Okuma sevgim ilk ne zaman ya da nasıl başladı bilmiyorum. Çocukluğumdan beri kağıtlara karşı bir zaafım vardı. Bizim dönemimizde çocuklar rahatça sokaklarda oynayabiliyor, eve kapanmak zorunda kalmıyorlardı. Bilgisayar, tablet, cep telefonu yoktu, iyi ki de yoktu. Hijyen konusunda da bu kadar hassas değildi aileler, "o pis elleme", "mikrop kaparsın", "yerden bir şey alma" vb şeyleri bu kadar sıklıkla duymuyorduk, duysak da çok uygulamıyorduk zaten. Çocuktuk sonuçta, özgür olmak istiyor, hayatı tecrübelerimizle tanımak istiyorduk. Günü geldi ip atladık, günü geldi top oynadık, koştuk, düştük, yaralandık, yerlerde yuvarlandık. Kimi zaman yaprak topladık, çamurdan tencere tavalar yaptık, topladığımız yaprakları pişirdik onların içinde, mutluyduk.  Dört duvar arasına tıkılıp kalmadık hiçbir zaman.

Ekonomik sıkıntılar nedeniyle ya da tüketim hastalığı bu kadar yayılmadığı için çok fazla oyuncağımız yoktu, hatta hiç yoktu diyebilirim. Benim tek oyuncağım küçük ve çirkin olmasına rağmen çok sevdiğim ve hala sakladığım bir ayıydı. Bir tek o vardı elimde.

Oyuncak Ayı

Şimdi çocuklu evlere baktığımda odalar dolusu oyuncak var hiç dokunulmayan, hiç oynanmayan. Bir çocuğa oyuncak aldığınızda sadece ilk gün görüyorsunuz oynadığını, ertesi gün cazibesini yitiriyor ve odanın bir köşesinde atılacağı günü bekliyor. Sanırım teknoloji en çok çocukları vurdu, aileler daha bilinçli olmalarına rağmen, değer vermeyen, paylaşmayı bilmeyen, hep daha fazlasını isteyen, tabletlere, bilgisayarlara, cep telefonlarına hapis olmuş yeni bir nesil doğuyor ve büyüyor.

Okul öncesi dönemimizde masallarla büyüdük biz. Kimi zaman uydurup, kimi zaman zihinlerinde kalanları aktararak masallar, hikayeler anlattılar bize. Karnımızın zor doyduğu bir evde, kitap almak bir lükstü bizim için. Benim çocukken hiç kitabım olmadı mesela ama nerden geldiği bilinmeyen bir kağıt tutkum hep vardı. Henüz okuma yazma bilmediğim dönemlerde sokakta bulduğum bütün kağıtları toplar, düzeltir, kolunun altında dosya taşıyan bir işkadını edasıyla gelirdim eve. Kağıtlarım benim için çok değerliydi. Annemin tüm bağırıp çağırmalarına rağmen vazgeçmezdim o pis kağıtları toplayıp eve getirmekten. Okuyamadığım kağıtları toplamaktan ne zevk alırdım bilinmez. Belki de sırf o kağıtları okuyabilmek için televizyondan okuma yazma öğrendim. Televizyondan okuma yazma nasıl öğrenilir demeyin, hatırlayanlar bilir. O dönemde okuma yazma bilmeyen yetişkinlere eğitim verildiği bir televizyon programı vardı. Bir sınıfa toplanmış, 30-40 yaş üstü insanlar okul sıralarına oturmuşlar kendilerine ders anlatan öğretmenlerini dinliyorlardı. Benim ilk öğretmenimi... Topladığım kağıtlar üzerine yazdım, ilk hecelerimi, ilk harflerimi. Beş buçuk yaşında ilkokula başladığımda okuma yazmayı çoktan öğrenmiştim. Okula yaşı küçük diye beni almak istemeyen müdür isteğim karşısında dayanamayıp kaydımı yaptığında dünyanın en mutlu insanı bendim sanırım.

Okul dönemlerinde de kendime ait kitaplarım olmadı. Okul kütüphanesinden aldığım kitapları okuyarak geçiriyordum günlerimi. Onlar da sınırlıydı, yetmediler hiçbir zaman bana. Bizim ailede kitap okuyan tek kişi babaannemdi. Gerçi onun da okuduğunu hiç görmedim ama içinde aşk dizilerinin, polisiye romanların olduğu küçük bir kitaplığı vardı. Gençliğinde okumuştur muhtemelen. Okul kitaplığında okuyabilecek bir şey kalmayınca, onun kitaplığına dadanırdım. Hiçbir şey anlamadığım kitaplar arasında seçim yapmaya çalışırdım beyhude bir çabayla. Okuyabileceğim, dili daha yalın olan tek bir kitap bulmuştum aralarında; bir polisiye roman. Çok kez okudum o romanı, defalarca okumama rağmen aklımda hiç yer etmemiş olmasını aslında o kitaptan hiçbir şey anlamadığıma yorabilirim sanırım.

Seneler sonra iyice yaşlandığı dönemlerde babaannemin kitaplarının hepsini eskiciye verdiğini öğrendiğimde ki kızgınlığımı kelimelerle ifade edemem. Bana nasıl geldiğini bilmediğim, özenle sakladığım tek bir kitabı var kitaplığımda. Ondan bana kalan… Diğer kitapların aksine kitap değil babaannem kokan.

Kitap, altın gözler

Ortaokul ve lise dönemlerimde araya derslerin, sınavların girmesiyle, kitap arama ve okuma sevdam dindi. Bir mesafe oluştu kitaplarla aramda, her bulduğum şeyi okuma gibi bir derdim kalmamıştı. 

Uzun süren okumama döneminden sonra, iş yaşamına başladığım günlerde, büroya gelen bir pazarlamacının kitap sattığını öğrenince kaybettiğim birşeyleri bulmuşçasına sevindim. İçimde tanımlayamayacağım derecede yoğun bir duyguyla, özlemle, sevgiyle, tutkuyla baktım kitaplara. Görsel yayınlarının 20 kitaplık klasikler serisini görünce dayanamadım, benim diyebileceğim ilk kitapları hiç düşünmeden satın aldım. Taksitle aldığım o ilk kitaplar çok değerlidir benim için, kıymetlilerimdir. Baktıkça o günü anımsatır bana. O saf mutluluğu yeniden yaşarım.

Okumak isteyip de, okuyacak kitap bulamayan, kitap alamayacak durumda olan birini gördüğümde içim burkulur. Bilirim çünkü okuyacak birşeyler bulamamanın verdiği hüznü, okumak istediği kitabı alamayan insanın yaşadığı iç sıkıntısını. Beynin nasıl aç kaldığını, açlıktan kıvrandığını iyi bilirim.

Belki de sırf bu yüzden hepsini okumadığım, okuyamadığım halde hala kitap alırım. Şuan kitaplığımda bir çoğu okunmayı bekleyen binin üzerinde kitap var. Ve ben kitap almaya devam ediyorum hiç bitmeyecek bir açlıkla. Ya ilerde alamazsam düşüncesi en ağır basanı sanırım, hala içimde kitapsız kalabilme korkusunu yaşıyorum.

Kitaplarımın çok değerli olması, kitapları çizemeyişim, kenarlarını kıvıramayışım, okurken azami dikkatle sayfaları çevirişimde bu yüzden. Bazıları birden fazla okunduğu halde, hiç okunmamış gibi duran kitaplarım var benim. Kitaplarımı paylaşmak da çok zor benim için. Hayır diyemediğim insanlara okumaları için vermek zorunda kaldığımda içim titrer, yüreğimden birşeyler kopup gider. Hele de o kitapların dönüşünü beklemek benim için ölümden beter. Kitaplığımda ki boş kalan alanlara takılır gözüm sürekli, ne zaman geri getirecek, hala okuyamadı mı sorularıyla, ya geri vermezse düşüncesiyle kendi kendimi yiyip dururum.  Ben olmayı değil biz olabilmeyi, paylaşmayı savunmama rağmen, kitaplarım söz konusu olduğunda dünyanın en cimri insanına dönüşürüm.

Bunca yıla rağmen kağıt tutkum da hala devam eder. Artık sokaklardan kağıt toplamıyorum elbette ancak evde hiç kullanılmamış defterler, yazılı yazısız kağıtlar, ufak tefek kartonlar her daim var. Belli dönemlerde bahar temizliği gibi kağıt temizliği yapsam da hiç eksilmez onlar. Çoğunu atmaya kıyamam.

Elektronik ortamda kitap ya da her hangi bir yazıyı okumak benim için işkenceden beterdir. Bu nedenle de sürekli çoğalır evde ki kağıtlar. İlgimi çeken bir yazı olduğunda imkanım varsa hemen yazıcıdan çıktısını alır öyle okurum. Ekrandan okuduğumda haksızlık ediyormuşum gibi bir his kaplar içimi, ne kadar anlamlı, ne kadar güzel olsa da mutluluk vermez o yazıyı okumak. Kağıt kokusunu severim ben, kağıda dokunmayı, kağıdı hissetmeyi severim. Her ne kadar pek başarılı olamasam da arada origami çalışmaları yapmayı da ihmal etmem. Kağıtlarla oynamayı da severim.

Origami kitap    

Origami kitap ayracı

Her tarz kitap vardır kitaplığımda, genelde romanları tercih etsem de çok seçici olduğum söylenemez. Kötü ya da iyi kitap ayrımı yapmam. Elbette ki bu konuda belli kıstaslarım vardır ancak en kötü kitabın bile insana bir şeyler kattığına inanırım. İnsanların ne okuduklarına karışmam okuduklarıma karışılmasını da sevmem. Sırf biri zorladı diye, bir inat uğruna çocukça bir tepkiyle, yazara haksızlık ettiğimi bile bile yıllar boyu Yaşar Kemal kitaplarına küsmüşlüğüm vardır mesela. Yaş ilerledikçe, vakit azalıyor, iyi kitaplar okumalıyım, anlarımı boşa harcamamalıyım düşüncesine kapılsam da zaman zaman, iyi kitap nedir sorusunu sormaktan da kendimi alamam. Çok sevdiğim kitaplar bir başkası tarafından hiç sevilmezken, ya da birilerinin çok beğendiği kitapları okuduğumda hiç keyif almıyorken, kitapları iyi ya da kötü kategorisine sokmak benim için kabul edilemez bir düşünce biçimi. Sevmediğim yazarlar, sevmediğim kitaplar yok mu, elbette var. Benim de insan bencilliğinin pençesine takılıp off o kitap da okunur mu dediğim zamanlarda oluyor. Ancak okumadan bilinemeyeceği, okumadan fikir sahibi olunamayacağı, kapağına bakıp içinin görülemeyeceği bir dünya kitap dünyası. O dünyada okumaktır aslolan. Birilerinin düşüncelerine göre değil, çok satanlara göre değil, bir kitabın kendince kötü olduğuna ancak okuduktan sonra karar verebilmeli insan.

Tavsiyelerine güvendiğim dostlarımın önerileriyle bir çok kitap kazandı kütüphanem ancak şimdiye kadar hiçbir kitabı sadece çok satıyor diye almadım. Sadece birileri beğendiği için beğenmedim ya da edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip diye beğenmediğim hiçbir kitabı övmedim.

Binlerce kez söyleyebilirim bunu, kitaplarım benim kıymetlilerim ve kitaplar söz konusu olduğunda düşüncelerimde çok bencilim. Elbette ki tartışırım konuşurum kitaplarla ilgili ancak başkalarının o kitaptan ne aldığı değil, benim o kitaptan ne anladığım önemlidir benim için. Bana hissettirdikleriyle yaşarım o kitabı. Benim düşüncelerimle yer ederler hayatımda.

“Kitapsız yaşamak kör sağır dilsiz yaşamaktır” (Seneca)
Onlarla konuşur, onlarla duyar, onlarla görürüm ben.

Kitapsız kalmamanız dileğiyle…

Buket Özsanat
23 Mart 2016 Çarşamba
2664 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Etiketler
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?