Güz Sancısı ve 6-7 Eylül olayları

Kitap Yorum
Güz Sancısı ve 6-7 Eylül olayları

 “Asmalımescit Sokağı’nın köşesinde her gece bir kadın dolaşır: Ester…”

Bu sözlerle başlıyor Yılmaz Karakoyunlu’nun kaleme aldığı Güz Sancısı. Ester ve babaannesinin kaldığı evde, Ester’in mutsuzluğuna açıyor kapılarını…

“Ne kadar mutsuzum Tanrım biliyor musun? Her şeyi kendi suçum gibi görmeye alıştırdın beni”

Ve farklı etnik gruplardan derlenen rengarenk kişilikler ile 1955 yılının İstanbul’undan sesleniyor okuyucuya. Dönemi anlatırken, sokaklara, sinemalara, yeme içme kültürüne, eğlence merkezlerine geniş yer verirken, dostluk ve dayanışma içinde yaşayan grupların ilişkilerini de irdeliyor.

Ester, büyükannesi, Behçet, Madam Rhea, Hacı Kamil Efendi, Madam Atina, Emirdağlı, Nemika ve diğer karakterleriyle renkli bir insan yelpazesi sunuyor Yılmaz Karakoyunlu.

Roman özgün bir anlatım diline sahip ve konu itibariyle akıcı olmasına rağmen, karakterler ve mekanlar arasındaki geçişlerde ayrıştırıcı her hangi bir unsur bulunmaması okuyucuyu zorluyor. Ester ve Behçet ilişkisinde, Behçet’in konuşmalarında ki felsefi yaklaşım biçimi doğallıktan uzak ve yapay bir his bırakıyor.

Kitabın en can alıcı noktası olan 6-7 Eylül olaylarında, yağmalanan evler, yakılan dükkanlar, dövülen insanlar, saldırılan ve ırzına geçilmek istenen kadınlar anlatılırken, romanın içinde bu eziyetlere maruz kalan insanları kurtaranların hep Türk olması ve diğer gruplardan hiç bahsedilmiyor oluşu, olayın özüne inilmeden geçiştirildiği izlenimini yaratıyor.

6-7 Eylül Olayları

Her ne kadar sonu 6-7 Eylül olaylarına bağlansa da, genel yapı itibariyle iyi karakterleri ön plana çıkaran, biraz toz pembelik içeren ve gerçeklikten kopuk bir kurgu duygusu oluşturan roman aynı isimle 2008 yılında sinemaya uyarlanmış. 23 Ocak 2009 tarihinde gösterime giren, yönetmenliğini Tomris Giritlioğlu’nun, yapımcılığını Bahadır Atay ve Fatih Enes Ömeroğlu'nun yaptığı filmin başrollerini Beren Saat ve Murat Yıldırım paylaşıyor. Filmi kitaba bağlayan bir iki unsur dışında, film kitaptan bağımsız ilerliyor. Mekan, zaman ve bazı karakterler aynı olsa da, konunun işlenişinin, karakterlerin kişiliklerinin ve olayların tamamen farklı olduğu film, kitapla karşılaştırıldığında, anlatıldığı dönemi daha net yansıtıyor.

Keyifli okumalarınız ve iyi seyirleriniz olsun…

 Arka Kapaktan

 “Yılmaz Karakoyunlu Güz Sancısı'nda, Türkiye tarihinde kara bir leke gibi duran 6-7 Eylül Olayları'nı, Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkların ülkelerini terk etmek zorunda kalışlarını, kendine has üslubuyla roman kurgusu içinde anlatıyor.”

6-7 Eylül Olayları

Kitaptan Alıntılar

Has bahçeye benzer gibi mahşer gördüm;
Baktım; fakat etrafımı hep şer gördüm.
Cennet denilen bahçeye girdim, lakin;
Mümin ile münkiri beraber gördüm.


Bir hatıra eğer yaşandığı gibi hatırlanmıyorsa, artık hatıra değildir. 


Tabiatın ebedi kudreti karşısında hürmetim, cehaletimi ve kifayetsizliğimi ortadan kaldırmıyor.  (Nazmi Ziya’nın eskiz altına düştüğü not)


İnsanlar güzele, gerçeğe vicdanını kapadığında, el koydukları doğrunun anlamını kaybederler. 


Ayıp, hiçbir zaman iftihar gibi takdim edilemez. 


Ölüm bazen dorukta, bazen çukurdadır; ama, hep bir adım ötemizde durur. 


Demokrasi sözün sokağa düşmesi demek değildir. 


Varlıklının yardımı, keyif işidir; yolunu gözletmekten hoşlanır. 


Beyoğlu bir inanılmaz hengameydi. Bu kadar kısa sürede neler olmuştu ve nasıl bir cihat hissiyle on binlerce insan caddeyi doldurmuştu. Hiçbirinin İyi bir yanı kalmamıştı. Ellerinde kalın sopalarla, önüne gelen bütün vitrinleri parçalıyorlardı. Hepsinin dilinde milli bir heyecan ile ilahi bir kelam birleşmişti. Hepsinin dudaklarında Allah rızası için yağmaya davet vardı. Eşyası Şam kervanına katılmak üzere talan edilen Mekkeli Müslümanlar gibi işaret bekliyorlardı. Medine sokaklarında ki büyük hurma ağaçlarının gölgesinde Hamza'nın savaş için beklediği heyecanı hisseder gibi kendilerinden geçmişlerdi. Genç kızlar, Ebu Süfyan evinde teflerle tutulmuş sert tempolarda kendilerini parçalarcasına raks eden kıvrak Arap kızlarının titreyişlerine benzer çırpınma içindeydiler.

Kalabalık, Taksim meydanına yürürken geçtiği her yeri yakıp yıkıyordu.

(...)Lion yanıyordu. Birisi bütün vitrinlerin ateşe vermişti. Binanın içindeki duman, görünebilecek ne varsa hepsini örtmüştü. İki kişi mağazanın kapısı önündeki bir ipek topunun uçlarını tutmuş hızla taksime doğru giderken, bir başkası makası ortasına yerleştirerek ipek topunu ikiye ayırıyordu. İnsanların gözünde sevinç vardı. Vitrinler parçalanmış, eşyalar sokağa dökülmüştü. Müslüman mağazalar bayraklarını asmışlar ve milli bir saygı ümidiyle paçayı kurtarmaya amaçlamışlardı. Kırk yıllık istiklal caddesinin ipekçisi, büyük bir kağıda Arap harfleriyle bir hadis yazmış ve vitrini asmıştı. Milli saygıya, ilahi bir himaye eklemişti. 

6-7 Eylül Olayları


Hayatın her safhası hakkı verilecek bir değerdi. Bu değeri görmezden gelecek hiçbir sebebi, artık sorgusuz sualsiz kabul etmesi beklenemezdi. Dünyanın nimetlerini ahrete bırakan bir inanç, insana haksız yükletilmiş zahmetti. (…) Bir nefesin angaryasını çekerek kendisini cennete hazırlamak akıl işi değildi. Cennet, bu dünyanın kendisiydi. Varlığını bir bahçe sureti gibi görüyor, bu meyvesiz bağda ne işe yarayacağının hesabını soruyordu. Destan ve masalların yerini, hayatın gerçeği almalıydı. Artık haraplıktan vazgeçmeye kararlıydı. Yıllarca hakikati fısıldayan o kutsal nefesin telkinlerini dinlemiş, bu cihanın can aydınlığını, bu cihanda aramanın zamanı geldiğini anlamıştı. Özüne vardığı cihan karşısındaydı. Divane bir kıştan uyanmış gibi bahara istekliydi.  (Hacı Kamil Efendi) 


İnsanın onuru, kendini izlemekten gelir. 


Dışarda mahşeri bir kalabalık toplanmıştı. Öl dese ölecek kadar candan bağlılık gösterileri son haddindeydi. Meclis müzakereleri, basında bu konuşmalara ayrılan yer ve defalarca tekrarlanan radyo konuşmalarıyla gerilmiş halk, Adalet Sarayı’nın önünde Başvekil’ini bağrına basıyordu. 


Vilayet binasının etrafını polisler çevirmişti. Adnan Bey, kontrolün elden çıktığı bu hadise de daha fazla görünmek istemiyordu. Vali karşısında üzgün ve çaresizdi. Küçük bir gözdağı vermenin ölçüleri kaçmış, kısa sürede bir savaş alanı yaratmıştı. İnsanların çığırından çıktığını anlamakta hiçbir zorluğu yoktu. Bütün meslek hayatı boyunca böyle çılgınların inanılmaz hayallerle kendilerine ulaşılması imkansız dünyalar kurduğunu görmüştü ama, devlet adamlarına hakim olan bu çılgınlığı anlamak mümkün değildi. 


6-7 Eylül Olayları

Karanlık çökmeye başladı. Kamyonlara, otobüslere bindirilmiş talan grubu, ellerindeki sopalarla mahalle basmak için yola çıkmışlardı. Bol körüklü çizmeleriyle atlı polisler, otobüslere yol açıyorlardı. Sirkeci’den Samatya’ya, Fener’e, Kumkapı’ya, Nişanca’ya doğru bir başka ordu yürüyordu. Bakırköy’de, elektrikli trenin demirlerini sökmüş bir gözü dönmüşler birliği evlere, dükkanlara saldırıyordu. Marmara kaynıyordu. Kayıklar, motorlar ele geçirilmiş, silah zoruyla mecbur edilmiş çımacılar Adalar’a doğru yol almışlardı.

Hazan, Ada’ya geç gelirdi. Bu yıl, Ankara’nın güz sancısı erken gelmiş ve bu asude bahçeye çökmüştü. Sevdalı şarkıların söylendiği Dil’de, şimdi çığlıklar vardı… 

 

 

Buket Özsanat
24 Temmuz 2016 Pazar
3803 Görüntülenme

Facebook Yorumları

Site İçi Arama
Anket Tümü
Kitap okumanıza en çok engel olan şey nedir?